İYİ EDEBİYAT MI?…

Kime göre, neye göre?…

Bugün köşeme çekilmiş otururken, “Nasıl iyi edebiyat yapılır?” sorusuna cevap arar buldum kendimi. Hemen; okuru, yayıncıyı, eleştirmeni memnun etme düşüncesi belirdi kafamın bir köşesinde. Sonra durdum, hangi okuru? Hangi eleştirmeni?…

Hani edebiyat öznel bir işti? Hani göreceliydi sanatseverlik? Onlarca belki yüzlerce tip okurun, onlarca, yüzlerce farklı eleştirmenin, hayatın içinde, müdahil oldukları kulvarlarda yankılanan sesleri yükseldi beynimin içinde. Yalnız sözcüklerimin arasını dolduran, kuru kalabalıklar içinde gülümsedi çehrem.

İlk romanımı yazarken de uzun süre düşüncelerimi zorlamıştı bu sorular.  Ağır, ağdalı cümlelerle donatılmış, bol betimlemeli, kalın bir roman mı olmalıydı yazdığım yoksa dili sade, anlaşılır, basit ifadelerle, daha çok, olayların ön planda yaşandığı bir kurgudan mı ibaret kalmalıydı? Ahmet Mithat gibi okurken bir şeyler öğrenebilsin okurlarım diye mi yazmaya çabalamalıydım yoksa öylesine bir maceranın içinde sürüklenmelerine izin mi vermeliydim okuyucularımın?

Sonra, bu soruların cevaplarının yıllardır sorgulandığı geldi aklıma. Edebiyatımızdaki “Sanat, toplum içindir” ve  “Sanat, sanat içindir.” tartışmasının senelerdir süren serüvenini nasıl göz ardı edebilirdim ki bu noktada? En nihayet Nasrettin Hoca misali her iki tarafa da dönüp “Sen de haklısın.” “Sen de haklısın.” demenin doğru olacağı sonucuna vardım desem, yazdığım bu satırların bir anlamı olmayacaktı.

Ve en son karşılaşmamızda ettiğimiz bir sohbette, bu konuya da değindiğimiz çok kıymetli hocam, usta yazar Nazan Bekiroğlu’nun dudaklarından dökülen “ Ben yalnızca içimden geldiği gibi yazarım. Başka bir şey düşünmem yazarken.” sözleri geçti zihnimden. O halde?

İşte tam da bu noktada Practical Criticism’in yazarı Cambridge’li eleştirmen I. A. Richards’ın 1929 yılında yazmış olduğu kitabında yer alan bir araştırmanın sonucundan bahsetmek istiyorum size.

Richards, bu kitabında, edebi değer yargılarının ne kadar keyfe keder ve öznel olabileceğine ilişkin bir çalışmasına yer vermiş. Öğrencilerine bir grup şiir vererek şairlerinin ve şiirlerinin adını vermeyen eleştirmen, gençlerden, bu şiirleri değerlendirmelerini istemiş. Sonuç, tam da tahmin ettiğimiz gibi… Ünlü şairler ve şiirleri acımasızca eleştirilirken, adı sanı duyulmayan şairlere övgü dolu sözler sarf edilmiş.

Peki, o zaman “Nedir edebiyat?”…   “İyi edebiyat nedir? Kötü edebiyat nedir?”… Yüzde yüz doğru bir cevabı var mıdır bu soruların?

Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı adlı kitabında; edebiyat, denilen objektif bir sınırlandırma olduğunu ve bunun sonsuza dek değişmeyeceği aldatmacasını bir kenara bırakmaktan bahsedip, güvenilir ve değişmez değerleri olan, ortak, belli iç özellikleri paylaşan eserler anlamında bir tanımın olamayacağını kabul etmenin gerekliliğinden söz etmiştir.

Yani Eagleton, edebiyat kavramı ile nesnellik sözcüğünü, terazinin karşılıklı kefelerine koyup dengelemeye çalışmanın anlamsızlığına dikkat çekmek istemiş. Peki, o zaman kavramları; edebiyat ve sanat, edebiyat ve estetik, edebiyat ve güzellik edebiyat ve edep vb… diye sıralarken edebiyatla hangi diğer kavramları özdeşleştirdiğimize bakıyor muyuz? Aslında, edebiyatla yan yana getirip saydığımız kavramların ruhuna temas ettiğimizde görüyoruz ki, biz, herkesin ruhunu okşayan ama o ruhları farklı noktalardan yakalayan, kavrayan güzelliklerden bahsediyoruz.  

İyi edebiyat dediğimizde benim aklımın odalarında; metaforlar dünyasında savrulan, dilini iyi kullanan, sentaks bilgisine haiz, kelime dağarcığı zengin, sözcüklere yükleyebileceği her tür anlamın hakkını veren, tabir yerindeyse sözcüklerle oyun oynayan, kurgulayan yanı sıra zihnindekini ruhuna üfleyip oradan kalemine süzen insanlar dolaşıyor. Zannımca insanlar ancak bu şekilde oluşturdukları eserlerle iyi edebiyat yapabilirler.

Peki ya gerisi?…

Çoğunun yaptığı sadece “edebiyat”… Sıfatı (iyi) eksik kalan!

Günümüz okurunun beklediği iyi edebiyat mı yoksa onlara iyi vakit geçirmelerine yardımcı olacak edebiyat mı?

“İkisi arasında ne fark var?” diyecek olursanız “Dağlar kadar…” diyebilirim. Enteresan bir okur profili var zira karşımızda. Bir tutam kaliteli, seçici okur; iki tutam arada kalan; alabildiği kadar tırtıl misali sadece önündeki yaprakları/kitapları hızla tüketen okur.

İyi edebiyatın aslında farkında olup ama okuyacağı zaman ondan sıkılan, popüler edebiyata yelken açmış, çabuk tüketilen kitapları okuyan ve sadece okumuş olmak için okuyan, obez bir okur kitlesiyle karşı karşıyayız belki de.

Bugün klasikler olarak adlandırdığımız eserleri okuyup kafa yoracak olan okur sayısı o kadar azalmışken şunlar geçiyor zihnimden: Bu eserlerin yazıldığı dönemlerde kitap sayısı azdı, okur, yazılanları okuyup anlamak, yorumlamak için zaman buluyordu. Çabuk tüketilmiyordu okunanlar. Okuyucuya, okuduklarını hazmedecek zaman kalıyordu hep.

Nasıl ki vücudumuzda, yediklerimizi sindirmek için yemeklerden sonra en az 2-3 saat kadar bir süreye ihtiyacımız varsa, okuduklarımızı da sindirmek için bir süreye ihtiyacımız olmalı. Yoksa sindirim tamamlanmadan sürekli üzerine yemek yiyen insanlar gibi gereksiz bir şişmanlıkla karşı karşıya kalır zihinlerimiz.

Hazmedilmeyen eserler, hiçbir fayda sağlamaz zihinlere. Okuduğunu düşünmeyen, yorumlamayan, okuduğu şeylerin kendisine sunduğu katkıyı göremeyen insanlar, aslında boşa vakit harcıyor demektir.

Bazen öğrencilerimden de işitiyorum. “Hocam, okudum o kitabı ama aklımda hiçbir şey kalmadı.” “Peki diyorum, okuduğun kitabın son sayfasını bitirdikten sonra hiç düşündün mü bu kitap hakkında? Ya da bu kitabı okuyan bir başkasıyla konuştun mu?” Aldığım cevap genellikle “ Hayır!” oluyor. Yani hazmedilmemenin verdiği gereksiz bir şişkinlikten öte bir şey değil sorun.

Peki, o halde?

Derhal rejime başlayıp size bir şeyler veren kitapları; kararınca, sindire sindire okumaktan yana tavsiyem.

Düşünerek, altını çizerek, not alarak gerekirse bitirdikten sonra özel bir deftere kitap hakkında kısa bilgiler karalayarak, özümseyerek, hazmederek okumak hatta okuduktan sonra aynı kitabı okuyan arkadaşlarınızla bir araya gelerek tartışmak, sonra yeni kitapların sayfalarında yeni dünyalara yol almaktan yana olmalı rotamız.

İşte o zaman iyi yazılmış bir edebi ürünle vasat olanı ayırt edebiliriz. Bize göre doğru ve güzel olanı belirleyip; içindeki, gerek estetik gerekse içerik bakımdan özleri bulup, bize sunulan her şeyi anlayarak, yarar hanemize yazabiliriz okuduklarımızı. İşte o zaman; obez okur olmak yerine, sağlıklı birer okur olabiliriz.  İyi edebiyat yapabiliriz, iyi edebiyat yapanı da anlayabiliriz…

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir