21.YY’ın Yorgun Çocukları

Hayata, yorgun açıyor gözlerini çocuklarımız. Daha anne karnındayken, annenin doğum öncesi hazırlıkları ve koşturmasıyla başlıyorlar yorulmaya. Odası, eşyaları, cinsiyeti belli olduktan sonra, renk tercihine göre yapılan bir sürü ev ve giyisi hazırlıkları…

Anne adayı sürekli, mutlu ama endişeli bir telaş içinde. Ekonomik durumu müsait olanlar en güzelini bulabilme, olmayanlar para bulup az da olsa bir şeyler yapabilme telaşı içindeyken, anneyle fiziksel irtibatta olan bebek, gergin ve telaş dolu sinyaller alıyor anneden; sevgi, huzur ve sakinlik beklerken… Bunlar işin tatlı yorgunlukları tabii…

Anne, yorucu ve yoğun bir iş dünyasında, doğumun son haftasına kadar stresli bir iş ortamında bitirmesi gereken işleri yetiştirmeye çalışırken, anneden gelen yoğun stres ve sıkıntı sinyallerine maruz kalan minik, dünya denilen gezegende neyle karşılaşacağını bilmeden maruz kalıyor bu sefer iş stresinin yorucu, gerginlik dolu anlarına.

Hele bir de ailede geçimsizlik yaşanıyor, anne şiddete maruz kalıyorsa, daha doğmadan şiddet denen o illetin sillesini hisseder ensesinde zavallı yavrucak. Elinde olsa hiç doğmak istemediği bir dünyaya gözlerini açmak endişesi ile tek güvencesi sıcacık anne kucağının tesellisiyle avutur kendini.

Dünyaya geldiği anda sevgiyle “merhaba” diyen annelerin yanında, ekonomik sıkıntıların hat safhada yaşandığı günümüzde, istenmeyen gebelik yaşayan anne adaylarının sayısının da arttığı düşünüldüğünde, daha doğarken yorgun ve sevgi yoksunu olarak “merhaba” diyor minicik yürekler dünyaya. Saf, muhtaç ve yorgun olarak… Bir minik tebessüm, sıcacık bir ana kucağı beklerken, sokaklara terk ediliveriyorlar daha hayatın ne olduğunu bilmeden.

Bu kadar karamsar bir tablo çizmekten ben bile yorulmuşken, yok mudur daha iyimser tablolar diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Ama inanın, gözlemlediğim en iyimser tabloda bile çocuklarımız teknoloji, iş hayatı, yoğun iş temposu içinde yorgun annelerin, yorgun çocukları olarak doğmaktan kendilerini kurtaramıyorlar.

Nerdeee o eski sakin yaşamların sürdüren annelerin çocukları ile birlikte doya doya vakit geçirdiği günler… Okuduğum bir yazıda “Bizim hiç boynumuza astığımız anahtarlıklarımız olmadı, hatta babalarımızın bile anahtarı olmazdı… Annemiz, bizi eve geldiğimizde her zaman karşılardı” yazıyordu. Durdum düşündüm, gerçekten de düşünülmesi gereken bir husustu bu benim için…

Her zaman yanlarında tadını çıkarabildikleri bir anne, onları hiç yormadan doya doya çocukluklarını yaşamaya imkan tanıyan, koşturmadan, stresten uzak yetişen bir nesli ardımızda bırakmışız meğer…

Teknolojik oyun ve oyuncakların yorduğu, gözlerin altında oluşan morlukların olmadığı, mahalle aralarında oynanan oyunların keyfini arkadaşlarıyla paylaşarak stresten uzak hatta stres atarcasına oynanan oyunların keyfiyle, akşam yastığa başını koyduğunda mışıl mışıl uyuyan teknolojik canavarlar, oyunlar yerine arkadaşlarını rüyalarında görüp mutlu mesut yatağından kalkan dinlenmiş çocuklar…

Hayatın yoruculuğuyla daha sonra tanışacak olan, sağlıklı yanakları al al çocuklar, bugün soluk benizli ancak tatilde bir hafta-iki hafta maruz kaldığı güneşte haşlanırcasına yanan yorgun bakışlı çocuklara bırakmış günümüzde yerini. 21. yy’ın yorgun doğan ve hep yorgun büyüyecek olan çocuklarına…

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir