ÂDEM

Âdem, beşer… Kur’an-ı Kerîm ve Hadis-i şeriflerde “ins, nas” ve “İbn Âdem” gibi ifadelerle anılan, canlılar arasında en üstün olanı olarak kabul edilen insan…

Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve yaratılmışların en şereflisi olarak insanı işaret eden Kur’an-ı Kerim’i, insana dair doğru ve net bilgilere erişmek için de okuyabilirsiniz. Hatta Kur’an’ın insan hakkında vermiş olduğu bilgilere, günümüz bilimi ve fenninin bile henüz erişememiş olduğu düşünüldüğünde, bu konuda da en doğru kaynağa bakmakta olduğunuzu çok kısa bir sürede hemen anlayabilirsiniz.

Akıl, fikir ve iradeyle beden ve ruhtan ibaret olan bir varlık olduğumuz için yaratılışımızın elbette ki bir gayesi olacaktır. Bu yüzden yaradılış amacımıza doğrultusunda hem bedenimizi hem de iç dünyamızı kuvvetlendirerek; bu dünyadaki fani ömrümüzü ve maneviyatımızı güçlü kılacak bir yaşantı içerisinde hayatımızı sürdürmek zorundayız.

Şüphesiz ki insan ancak yaratılış gayesi ile uyumlu bir yaşantı sürdürdüğü sürece mutlu olabilir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, insanı yeryüzünde kula kul olmaktan çıkararak yalnızca Allah’a kul olmaya çağıran ve ona ebedi saadet bağışlamak için Allah tarafından indirilmiş kutsal bir emanettir bize.

Aslında yaratılış olarak tüm mahlûkattan daha üstün özelliklerle donatılan biz insanlar, Allah’ın bize bahşettiği lütufların ne kadar farkındayız acaba?

Peki, yaratılıştan gelen birçok özelliğimizi; yaradılışımıza uygun olmayan, sosyal yaşantımızın renkli dünyasında yıpratmakta ve bu nedenle giderek bozulmakta olduğumuzun ne zaman farkına varacağız?

Bedensel olarak zayıf olmamız ve hayat süremizin sınırlı olması nedeniyle fani olan biz insanların yüklendiği sorumluluğun ne kadar büyük olduğunun farkında değiliz belki. Bu kadar üstün özelliklerle donatılan biz insanların bu dünyada faydalı işlerle uğraşıp, iyilikle, güzellikle doğruluk ve dürüstlükle tüm erdemleri kendi üzerimizde toplayarak bir yaşam sürmemiz gerektiğini, bunu Yaratanımıza olduğu kadar çevremizdeki insanlara ve diğer canlılara da borçlu olduğumuzu hiç düşünmeden bize sunulan dünyevi nimetlere zarar vererek, har vurup harman savurduğumuzu hiç düşünmüyoruz çünkü.

Etrafımızdaki insanlara, diğer canlılara, doğaya, atmosfere verdiğimiz zararlar ne kadar sorumsuzca bir yaşantı sürdüğümüzün en büyük göstergesi iken ısrarla sorumsuz davranışlarımızın doğruluğu hususunda birde ayak diretiyoruz.

Hani bir film izlerken bütün oyuncuların hayatlarını görme ve daha kolay değerlendirip eleştirme şansımız oluyor ya inanın böyle bir ilahi bakış açısı yakalayıp kendi hayatlarımızı uzaktan bir takip edebilme fırsatı bulsak, hayatımızda ne kadar çok şeyi değiştirme gereği hissedeceğiz kim bilir!

Eğer hayat felsefemizi doğru belirler onu; ilim, irade ve akılla destekleyen bir mantık yapısına sahip olmaya çalışırsak, bize sunulan o kıymetli özellikleri doğru kullanırsak; doğruyu yanlışı, iyiyi-kötüyü, eksiği-fazlası… ve daha bir çok yönüyle aslında o ilahi bakış açısına da ihtiyaç duymadan hayatlarımızı sürdürür ve mutlu oluruz. Etrafımızdaki insanları mutlu ederiz ve daha mutlu, daha güzel bir dünyada yaşama şansına sahip olabiliriz.

 Bu donanıma biz insanlar sahibiz… Ama ya elimizde olanların farkında değiliz ya da yanlış kullanıyoruz…

 

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir