ALİ İHSAN KORKMAZ

“ Biz Ali’yi ilk gördüğümüzde vücuduna bakamadık, içimiz parçalandı. Yüzü gözü şişti; tüm vücudu vuruk ve morluklar içindeydi. Doktorlar, onun o halini görmelerine rağmen polis ifadesi olmadan tedaviyi kabul etmemişler.

Ali, 14 yaşındayken ciddi bir kalp ameliyatı geçirmişti ve kalp rahatsızlığından ötürü kan sulandırıcı ilaç kullanıyordu. Dövüldüğü sırada dişi de kırıldığı ve yerinden çıkmak üzere olduğu için, kanama başlarsa durduramayacağı korkusuyla tüm geceyi hastanenin önündeki banklarda geçirmiş ama yine de muayene bile olamamış. Sabah olup bitkin düşünce eve gidip yatmış ve akşama kadar uyumuş. Saat 17.00 sularında telefon ettiğimizde, dilinin ağırlaştığını, düzgün konuşamaz hale geldiğini gördük. Beyin kanaması geçirmekte olduğunu anladık ve yeniden hastaneye gitmesi gerektiğini söyledik.

Kuzenleriyle birlikte yeniden Yunus Emre Devlet Hastanesine gitmişler ancak beyin kanaması şüphesine rağmen hastanedekiler Ali’ye ısrarla karakola gitmesi gerektiğini söylemişler. Mecburen karakola gitmişler; bu sefer de karakolları gezmeye başlamışlar. Kendi imkânlarıyla, Ali o halde olmasına rağmen yayan halde karakol karakol gezdikten sonra ifade vermeyi bir şekilde başarabilmişler ama bu işler sırasında iki saat daha geçmiş.”

Ali İsmail Korkmaz’ın babasının bir konuşmasından alıntı yaptığım bu kesit; okurken insan olarak tüylerimi ürpertti, bir anne olarak içimde çok derin yaralar açtı.

Dava süreci başlayan 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın, hayatının baharında göz göre göre ölümün soğuk ve acımasız kollarına sürüklenişi; yüzlerce, binlerce insanın hafızalarında derin izler bırakarak bugün biçare gözü yaşlı bir ailenin dramı halinde bizlere sunulurken aslında toplumun kanayan bir yarasına tuz basılmıştır.

Ali İhsan Korkmaz’ı o hale getirenler kadar, tedavi sürecini yavaşlatanlar, olaya müdahale etmeyen sağlık personeli de bir o kadar suçlu değil midir?

“Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhinde kullanmayacağıma, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlük ve onurla yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.” diyen o doktorlar nerede? Aynı duruma onların çocukları, eşleri, dostları maruz kalsa, aynı şeyleri onlar yaşasa ne düşünürlerdi acaba?

Allah, hiç kimseye evlat acısı yaşatmasın… Canınızdan can, hayat damarlarınızdan kan çekilip alınmış gibi olursunuz… Tırnağına zarar gelse yüreğimizin ezildiğini hissettiğimiz evlatlarımız gibi o da bir evlattı. Evladını gözünden sakınan bir annenin, babanın evladıydı o da. Hiç kimse ama hiç kimse bir diğerini öldürmek hakkına sahip değil bu dünyada. Yanlış da olsa yapılan hataların bedeli bir can olamaz asla. Bir insana can veremediği halde ona verilen canı almak hiçbir mahlûkata düşmez bu hayatta. Suçu ispatlanana kadar her insan da suçsuzdur demokratik her toplumda.

Ey kendini bilmez, insanlıktan el etek çekmiş, ne idüğü belirsiz insanlar!… Sorumluluğunu taşıdığınız mesleklerin hakkını veremiyor, o meslekleri yapmakta zafiyete düşüyorsanız, en azından onurlu bir insan olup bırakın o işi!… Bırakın da insanlar hak ettikleri gibi yaşayabilsin!

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir