BALIK TUTMAYI ÖĞRET !

Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek,

Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın,

Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.

 

Bir kez ürün verir ekersen tohum,

Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir

Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.

 

Balık verirsen bir kez doyurursun halkı,

Öğretirsen balık tutmasını hep doyar karnı.

Kuan-Tzu

 

“Bir ülkenin kalkınmışlık düzeyi nasıl ölçülür?” diye sorsam, eminim büyük bir çoğunluk “Kişi başına düşen milli gelirle.” cevabını verir.

Oysa aslında cevap “ O ülkenin sahip olduğu eğitimli insan sayısı ile…” olmalıdır diye düşünüyorum.

Sabahattin Eyüboğlu, “Mavi ve Kara” adlı kitabında “Köy Enstitüleri’ni Kuran Düşünce” adlı yazısında yeni kurulan modern devletin köylerdeki sözcüsü” diyordu Köy Enstitülerine.

Yedi yüzyıl, inanç sistemine bağlı yaşadıktan sonra, artık bir ‘düşünce toplumu’ oluşturması öngörülen insanların yepyeni bir çehreye evrildiği kurumlardı Köy Enstitüleri çünkü. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük eğitim seferberliğiydi. 17 Nisan 1940 yılında tabir yerindeyse, balık tutmayı öğretmek için kurulmuş okullardı onlar.

Çok sayıda öğretmen ve eğitici yetiştirmenin ve köy çocuklarına öğrenim olanağı sağlamanın yanı sıra Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vuran “köy kökenli aydın kuşağı” nı ülkeye kazandıran Köy Enstitüleri, yöneltilen bütün eleştirilere karşın kalıcı bir iz bırakmıştı toplum yaşantımızda.

Köy Enstitüleri eğitimde fırsat eşitliğinin en çarpıcı göstergesiydi. Zira eğitimde fırsat eşitliğinin bundan iyi bir düzenlemesi olamazdı.

Köy Enstitüleri bugün sadece ülkemizde değil, dünyada da konuşulan bir sistemdir hâlâ. Birleşmiş Milletler, özellikle kalkınmakta olan ülkelere bu modeli önermektedir ısrarla.

Köy Enstitüleri, sadece aydınlanmanın değil aynı zamanda üretime dayalı eğitimin de lokomotifidir.

Çünkü Enstitülerin amacı sadece; öğretmen, sağlıkçı, ziraatçı… ya da elinden iş gelir eleman yetiştirmek değildi. Gittikleri yerlere model insan yetiştirmekti hedef. Köy Enstitüleri, eğitimde bir çığır açmıştı Yüzyıllardır unutulan Anadolu halkının umudu olmuştu. Köylüsü, kasabalısı, onlar sayesinde okul ve öğretmen yüzü görmüş; Onlar sayesinde zincirleri kırıp doktor, mühendis, öğretmen olabilmişti. Hem de en âlâsından… Çünkü bu kurumlarda öyle donanımlı yetiştiriyorlardı ki öğrencileri, ıssız bir adada yalnız kalsalar hayata tutunmak için bir insanın ihtiyaç duyabileceği temel faaliyetlerden, kültürlü bir insanı ağırlayabilecek sosyal faaliyetlere, dört dörtlük bir insan modeli olarak hayata karışıyordu tüm mezunlar.

Köy Enstitüleri hayata tutunabilseydi eğer; Türkiye bugün çağdaş dünyanın en gelişmiş toplumlarından biri olabilirdi. Sözde değil, özünde kültürlü, bilgili, inançlı vatansever aydınların; bilgide, kültürde, iyilikte, güzellikte yarıştığı bir ülke olurduk belki de. Yarını değil yüz yıl sonrasını, bin yıl sonrasını düşünmeye devam ediyor her geçen gün daha da müreffeh bir toplum olarak dünyaya hükmediyor olabilirdik belki.

Tıpkı milattan önce 1000 yılında Çinli Ozan Kuan-Tzu ‘nun da dediği gibi balık tutabilen insanların çok, aç insanların az olduğu insanlardan oluşurdu o zaman belki de ülkemiz!..

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir