Bayan Thoss

Ensesine uzanan pamuk gibi saçlarının altında saklanan hafızasında, biriktirdiği 92 yıllık yaşanmışlıklar, yüzündeki her bir çizgiye yüklenen acı-tatlı hikayelerin izleri, dünyaya bakışının bir çoğumuzdan farklı olduğunu hissettiğim mavi gözlerin içindeki derinlikte saklanan hüznü örten ışıltısıyla, hayata bakışıma pozitif enerji yüklediğini düşündüğüm kadın…

Onu tanıdığımda, ben öyle olduğunu düşünmesem de, o seksenli yaşlarını tüketmekle meşguldü. Evimin kapısını açtığımda “Günaydın!…” dediğim, yan yana kapıların arkasında sürdürüyorduk artık hayatlarımızı. Yan yana açılan pencerelerin pervazlarındaki saksılarımızı süsleyen çiçeklerimizi suluyorduk sabah havalandırıken evlerimizi… Bir yere giderken, birbirimize emanet ediyorduk, göz kulak olsun diye evlerimizi…

Dimdik yürüyüşü ile bir yetmişe yakın olduğunu düşündüğüm boyu, ilk tanıştığım yıllarda daha net hissediliyordu. Bel ağrıları vardı ama o tüm onlara inat ne bir baston taşımak istiyordu, ne de iki büklüm yürümeyi kabul ediyordu. “Ben dik durmalıyım hayata karşı, hemen bırakırsam kendimi, çabuk çökerim…” diyordu. Direniyordu zorluklara. Ne de olsa II. Dünya Savaşını görmüş, çok daha büyük acılar yaşamış bir insandı. Elinde sadece, anılarını unutmasına fırsat vermemek amacıyla, çantasına sokuşturabildiği birkaç aile fotoğrafıyla, soğuk kış gününde, annesinin ayağındaki terlikleri değiştirmesine bile fırsat vermeden askerler; oturdukları evlerden çıkarılmış, bugün yaşadıkları Batı Almanya topraklarına gitmeye zorlanmışlardı o ve ailesi. Şu anda Çek Cumhuriyeti’ne ait olan topraklardan bir çırpıda gönderilivermişlerdi, orada yaşayan tüm Almanlar gibi. “O zamanlar, o topraklar da Almanya’nındı” diye gözleri buğulu anlatırken.

Savaş yıllarını görmüş olmanın direnci mi bilmem, hayata sımsıkı sarılışı aslında beni kendisine hayran bırakan. Yaşını dikkate almadan, zevklerine uygun renkleri kendine yakıştırmasını bilen, allı güllü elbiseleri, renk renk bluzları, kolunda kıyafetine uygun çantası, gözünde güneş gözlükleri, kendinden emin duruşu… Evinde otururken bile hep düzgün, hoş kıyafetler içinde olması. Kendisine ve çevresine  olan saygısı. Bir asker disiplini içinde her hafta aynı gün başka bir semtte yaşayan kızının gelip arabayla alış verişe götürmesi ve her pazar kiliseye, inancının gereği gitmesi… Hayatının akışını geçmişten geldiği şekilde disiplinli ve planlı sürdürmesi…

Doksanlı yaşlarına rağmen, ayda bir arkadaşlarıyla kahve, pasta toplantıları yapması. Özel günlerde özenip çocuklar için hediyeler  paketleyip vermesi… Yılbaşında bir çocuk hevesiyle çam ağacını süsleyip “Bayan Kaya, gelin ağacıma bakın, ne güzel süsledim!…” derken gözlerindeki o parıltının ışıltısı… Belki de içindeki çocuğun her daim canlı kalması beni etkileyen.

Bayan Thoss’a işte bu yüzden minnettarım. Bana, her yaşta yaşamdan alınacak bir tat olduğunu ve bunu istersek başarabileceğimizi  gözlemleme fırsatı sunduğu için.

Bu yüzden şimdi gönül rahatlığı ile bu konuda konuşabiliyorum ve diyebiliyorum ki: Yaşama sevincinin yaşı yoktur. Her yaşta, hayata bağlı kalmak için bir sebep bulabilir insan. Her yaşın ayrı bir güzelliği olduğu kadar, her yaşadığımızdan da alınacak farklı tatlar vardır. Yeter ki nasıl yaşamak gerektiğini bilelim ve isteyelim. Kendimiz için nefes almanın, bir şeyler yapabilmenin gereğine kendimiz de inanalım. Hayatı yaşamaya değer kılanın biz olduğunu unutmayalım.

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir