BENİ DE TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ!…

 

 

Almanya’da bir pazar sabahıydı. Belki herkes için sıradan ama benim için hiç de sıradan olmayan bir sabah…

Üzerinden yaklaşık sekiz sene geçmiş olmasına rağmen dün gibi hatırlıyorum. Kızım, henüz küçüktü. 10-11 yaşlarında. Korku dolu bir sesle odasından bana sesleniyordu: “Anneciğim, bak her yanım kıpkırmızı oldu!”

Odasına gittiğimde, gerçekten de vücudunun büyük bir bölümünün patchwork elbise misali inanılmayacak derecede kıpkırmızı, et parçalarına dönüşmüş olduğunu gördüm. Onu, o halde gördüğümde hissettiklerimin tarifi elbette mümkün değil. Çok korkmuştum ama kızıma bu korkuyu belli etmemek için çok önemli bir şey değilmiş gibi davranmaya çalışarak acil servisi olan en yakın hastaneyi tespit etmeye çalışıyordum.

Apar topar sarıp sarmaladığım kızımı arabaya bindirip hastaneye ulaştığımda acil girişine yönlendirildim.  Hastaneye giriş kaydı yaptırıp doktoru beklerken bile zaman geçmek bilmedi sanki. Kızımın vücudundaki kızartılar, gittikçe yayılıyordu. Biraz sonra, sekreterler şikâyet sebebimizi sorup bilgisayara belirtileri kayıt ettiler ve bizi bir muayene odasına aldılar. Doktoru, o odada beklememizi söylediler.

Doktor, ağzını ve burnunu kapatan beyaz bir maske ile yüzünün yarısı kapalı bir şekilde odaya girdiğinde şaşırmıştım. Sanki vebalı insanların yanına gelmiş gibi davranıyordu. Tekrar şikayetimizi sordu. Durumu izah ettiğimde muayene yatağını işaret ederek, çocuğu oraya oturtup vücudunu açın, dedi.

Oturduğu masa ile yatak arası yaklaşık 2-3 metre mesafede olduğu halde yerinden hiç kalkmadan uzaktan şöyle bir baktı.

“Tamam kapatabilirsiniz. Alerjik bir durum size bir ilaç yazayım, yarın bir çocuk doktoruna götürün.” dedi.

“Nasıl yani dedim, tahlil filan yapmayacak mısınız?”

“Hayır, gerek yok!” dedi.

“Ama dün akşam, bu sabah hiç değişik bir şey yemedi, içmedi farklı bir ortama girmedi, neden böyle bir durum oluşmuş olabilir ki?” dedim.

“Olabilir böyle şeyler…” diyerek geçiştirdi. Alerji ilacım vardı. Sordum, kullanabilirsiniz, dedi. Bir anne olarak içim hiç rahat etmemişti. Ama günlerden pazardı ve yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Ciddi bir durum olabilirdi ve ben eli kolu bağlı ertesi günü beklemek zorunda kalarak çocuk doktorundan randevu aldım. Yine benzeri bir tavırla karşılaştım. Kan tahlilini zorla parasını kendim ödemek kaydıyla yaptırdım. Başka türlü içim rahat etmeyecekti.

Sonuç olarak çok şükür, şansımız vardı, ciddi bir durum gelişmedi ve kızım kısa bir süre sonra iyileşti. Ancak Alman doktorun hiç dokunmadan muayenesi, tahlil bile istememesi ve umursamaz tavırları hiç aklımdan çıkmadı.

Ve bir süre sonra tesadüfen, Almanya’ya kısa bir süre önce yerleşip doktorluk mesleğini Türkiye’den sonra orada devam ettiren bir Türk doktorla tanıştım, yaşadıklarımı ona anlattım. Almanya’da sırf bu yüzden insanların hastalıklarının geç teşhis edildiğini ve ancak ileri evrelerde ciddi hastalıkların fark edildiğini öğrendim. Bu sebeple yani teşhiste geç kalınması nedeniyle bazı hastalıkların tedavisinin de yapılamadığını fark ettim. Ama yaşadıklarımdan sonra nedense hiç şaşırmadım.

Ve o gün bir kez daha Ata’mın “ Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” sözünün ne kadar doğru olduğunu anlamış oldum.

Ve bu sebeple ben de ihtiyaç hâsıl olduğunda;  “Beni de Türk hekimlerine emanet ediniz!”  diyorum.

                                              14 MART TIP BAYRAMI, sağlık sektöründe çalışan tüm emekçilere kutlu olsun…

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir