İnsanlık, pesimist, haris ve bencillik havuzuna doldurduğu suyun içinde çırpınırken yükselen nidalarına kulak vermek zorunda kalıp izliyor ve nerdeeen… nereye geldik demekten alamıyoruz kendimizi.
Oysa İslam dininin temel prensiplerinden birisi Peygamber Efendimiz’in (sav) “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” hadis-i şeriflerindeki uyarısında gizlidir.
Bugün ekonomik düzeyleri arasında uçurumlar olan insanları ve insanlardaki hiç ölmeyecekmiş gibi tamahkârlıkla para için yapılan ölümüne mücadelelerden başımızı çevirip; dinimizin, kültürümüzün, tarihimizin sayfalarında dolaşırken insanların düşünceleri ve yaşantılarına bakıp iç geçirmeyiz desem yalan olur.
Ebu Zer’den (ra) rivayet edilen bir hadiste peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde ikram et!” (Müslim, Birr, 143).
İmkânlar ve günümüz şartları düşünüldüğünde anlamı daha somutlaşan, yapılabilirliği daha imkân dâhilinde olan bir şeyden bahsediliyor aslında. Lakin daha komşusunu bile tanımayan insanlar olarak komşumuzun aç mı tok mu olduğunu bilmemiz de ne kadar mümkün acaba?
Hele hep daha fazlasında gözü olan insanlar olarak, kendimize bir yerine iki tane almak dururken birini neden başkasına alalım düşüncesinin, ne kadar mantıklı olduğuna o kadar kendimizi de inandırmışken!…
Ne oldu da o günden bu güne ne değişti de biz bu hale geldik?… Malın, mülkün, gerçek sahibi daha düne kadar Allah’tı derken neden gözlerimiz kör oldu ve bencilleştik?… Hani biz bu dünyanın misafirleriydik?…
“Bir lokma, bir hırka” sözü bizim fakirliğimizi anlatmayıp tam aksine “Bir lokma bir hırka” sözü bizim gönül zenginliğimizi ortaya koyardı hani?…
Dinimize göre elbette Müslümanlar da zengin olmalı, maddi ve manevi her zenginliğe kavuşmalıdır. Ancak zenginliğini takva içinde yaşamalıdır. Zenginlik israfı önlemekle gerçekleşir. Bir evi varken bir tane, bir tane daha, bir arabası varken ikinci, üçüncü, altın varken inci, inci varken pırlanta, o da yetmedi zümrüt, yakut !…. Evet, almanın sınırı yok parası olana!
Peki ama bu kadar aç, susuz, yoksul lokma ekmeğe muhtaç insanlar varken, (soğuktan donarak ölen Ayaz bebek, ulaşım aracı yoksunluğu nedeniyle ölüp babasının sırtında çuvalda taşınan Muharrem bebek vb) bu hırsın sonu nereye varacak hiç mi hesap etmez bu insanlar?… Bugün harcadığı paranın hesabını yapamayanlar, yarın bunun hesabını Allah’a nasıl vereceklerini de mi düşünmezler?… Hani mütedeyyin geçinen kesim?… Onlar da ne yazık ki bu kervana katılmış, insani hırslarına yenik mi düşmüşler?
Oysa ne güzel geleneklerimiz varmış ne aziz insanlar yaşamış o yokluk zamanlarında. Bir lokma ekmeği, bir bardak suyu paylaşmış insanlar hem de birbirlerine paylaştıklarını bile hissettirmeden…
Osmanlıda, büyük meydanlarda, camilerde, kütüphane gibi sosyal alanların önlerinde ya da yanlarında granitten üst tarafı oyuk birer taş bulunurmuş. Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örnekleri diyebileceğimiz bu taşlar, yardım yapmak isteyenler içinmiş. Durumu müsait olanlar, akşam camiye giderken oraya yardım etmek istediği miktardaki parayı koyarmış. İhtiyaç sahibi de ihtiyacı olan miktarı -dikkat edin fazlasını değil- oradan yine akşam kimse görmeden alırmış. Böylece yardımı yapanla alan arasında bir minnet, gurur, ilişkisi oluşmamış olduğu gibi kimse rencide de olmazmış. Tıpkı dinimizde emrolunduğu gibi ‘veren el alan eli duymaz’mış.
Bu olayda, insanlardaki asalete de hayran olmamak mümkün değil tabii. İhtiyacı kadar parayı almak diğerini de başkalarına bırakmak erdemini, bilmem günümüzde gösterebilecek kaç insan vardır o da ayrı bir konu!…
Bir de Osmanlı zenginlerinin borçlarını ödeyemeyenlere yardımcı olmak amacıyla yaptıkları yardımlar var…. Kendi isimlerinin bilinmemesini, gizli yapılmasını isteyen bu hayırseverler, durumu iyi olmayan fakirlerin de borçlarını öderlermiş. Eğer borcunu ödeyemeyen bulamazlarsa, borç defterini açıp rastgele bazılarının borçlarını öderlermiş. Bu olay, zimem defteri diye yer etmiş tarihin sayfalarına. Oysa şimdi ihtiyaç sahiplerine yardım yapılırken, ihtiyaç sahipleri, neredeyse tören düzenlenip daha çok ifşa ediliyor insanlara…
Hatta o dönemde, kışın kurtların aç kalıp köye, kente saldırmaması için dağ başlarına ölmüş hayvan eti bırakırmış hali vakti yerinde olanlar.
İşte bizler böyle bir kültürün, böyle bir ümmetin yeni jenerasyonlara yansıyamayan, dejenere olmuş haliyiz artık. Komşusu açken tok yatmayı geçtim, komşusu açken, yatlara binen, villalarda, rezidanslarda yaşayan, en pahalı aksesuarları çekinmeksizin takabilen isimlendiremediğim insan modellerine dönüştük.
“Bir lokma, bir hırka” sözünün işaret ettiği züht ve takvayla kazanılan gönül zenginliği ise değerini yitireli çok olmuş meğer.