Dansöz

Ilık bir Kasım akşamı, Kapadokya Gezisi esnasında; bir grup yabancı turist; loş, cafe-bar tarzı salaş bir mekana, önlerinde tur rehberleri ile birlikte girerler. Etrafta yandan aydınlatmalar, köşeleri dönen koltuk ve masalar… Ağırlıklı erkeklerden oluşan konuklar ve insanların kendi aralarındaki konuşmalarından kaynaklanan bir uğultu…

Turist kafilesinin içindeki bir Alman karı koca da, diğerleri gibi bir masaya geçip oturur. Bu ilk Türkiye gezileri değildir. Hep güzel izlenimlerle döndükleri bu ülkenin bu sefer de merak ettikleri başka bir bölgesini görme, tanıma merakı ile etraflarını gözlemlemeye koyulurlar.

Yan masalarında; uzun sakallı, şalvar tarzı yöresel olduğunu düşündükleri kıyafetler içinde oturan bir grup adam dikkatlerini çeker. Adamlar, dünyadan bezmiş bir halde hatta neredeyse uyuyacak gibi boş gözlerle, öylece etraflarını süzerken, bu tarzda, başka masalarda oturan adamlar olduğunu da fark ederler. Neyse, gelen garsona siparişlerini verirler.

Derken, biraz sonra işitilen kıvrak müziğin eşliğinde bir dansöz çıkar sahneye. Daha önce defalarca göbek dansı izleyen Alman turistler, gördükleri ve işittikleri karşısında, yaşadıkları şaşkınlıkla etraflarını gözlemlemeye devam ederler.

Az önce, amaçsız tavırlarla oturup boş boş, hatta uyumaya yüz tutan bakışlarla etraflarını süzen pespaye görünüşlü adamların, birden gözlerinin açıldığına, yanlarında getirdikleri fotoğraf makineleri ile gitarla çalınmakta olan, sanki Flamenko tarzı bir müziğin eşliğinde allı pullu dansöz kostümü içinde koca göğüslerini, giydiği bir beden küçük kostümle sıkıştırarak, danstan öte sergileyen bu dansözün fotoğraflarını çekmeye başladıklarına tanık olurlar.

Şaşırırlar… Zira ne çalan müzik tanıtılmakta olan oryantal kültürle alakalıdır, ne de sergilenmeye çalışılan dans…

Buraya kadar anlattıklarım, bir hikayeden alıntı değildi. Kısa bir zaman önce yaşandı ne yazık ki… Bunları yazıyorum çünkü ülkeme dair bu ve dinlediğim diğer izlenimler, bir Türk olarak beni derinden etkiledi. İlk önce, bir kadın olarak -kendini bu dansözü izlerken- ne kadar ucuz hissettiğini söyleyen yabancı bir insanın, kültürümüzü böyle tanıması noktasında duyduğum üzüntüydü bu. Bu kadar zengin halk danslarımız, halk müziğimiz ve sanat müziğimiz varken neden böyle tanıtıyorduk kendimizi?!…

Sonra 21. yy’da erkeklerimizin hala değişmediğini duymak üzdü beni. Anlatan kişi yabancı bir erkek olarak, bizim erkeklerimizi böyle değerlendirebiliyorsa orada da durup bir düşünmek lazım dedim. Biz bu değiliz, kültürümüz bu değil, insanlarımız böyle değil…

Bir sanat müziği konseri, halk müziği konseri ya da programına götürülseler ne kadar memnun kalacaklarını çok iyi bildiğim bu insanlara, ülkemizin böyle tanıtılması ne kadar kötüydü. Bu kadar zenginlik içinde nasıl bu kadar fakir kalabiliyorduk?

Eskiden Türkiye’yi ucuz bulan bu insanlar, ülkemizi ne kadar pahalı bulduklarını da anlattılar bana. Biz biliyorduk ama artık turistler bile pahalılıktan bahsediyorlardı. Benzin, otel, içecek hatta elektronik eşya fiyatlarını bile kıyaslamışlardı bu sefer… Ne diyeyim, bunun için söyleyecek bir sözüm yoktu.

Ülkemizin, kültürümüzün daha doğru ve güzel tanıtılması hepimizin görevi, sorumluluğu. Sahip çıkalım lütfen…

Paylaşın herkes okusun ;

Bir yorum

  • Çelebi Kaptan

    Basitlik aslında ümitsizlikten kaynaklanıyor kanımca , eğitimsizlikten amaçsızlıktan. Dolayısıyla kendilerini sadece suyla yaşayan botanik sanan bu neslin haberdar olması gereken şu ki ; botanik bile belirli dönemlerde gübre istiyor. İnsanın gübresi ise ilim bilgi , Bu zor geliyor tabi. Bu gün nezih olduğunu düşündüğüm bir ortamda geçen sohbete şahit oldum. Konu özetle : “şu yeni nesilin artık yediği elmanın bile nasıl yetiştiğinden haberi yok” diye başlamasıydı, konuşan şahsın yaşından ve olgun tavrından dolayı ümitlendim, yapıcı eleştirecek diye düşündüm fakat cümlenin sonu felaketti .”Ne yapacaklar öğrenip de elma işte ha ağaçta olmuş ha bostanda o kazanacağı paraya baksın ” gerisi malum sizin yazınızdaki vitrinimiz ama konu lafa geldi mi “Millet ay’a gidiyor biz yaya” . Efendiler o millet ay’a oturarak bilinçsizce yaşayarak, boşu boşuna gitmiyor. Çalışarak çalışarak çalışarak gidiyor.
    Gündeme getirdiğiniz için teşekkürler Hümeyra hanım .

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir