DAVUL TOZU, MİNARE GÖLGESİ !
Üç tarafı denizlerle çevrili, toprağı bereketli; havasıyla suyuyla muhteşem, dört mevsimi ayrı güzel; dağları, tepeleri, ırmakları gölleri ile birçok ülkede bulunmayan sonsuz güzellikleri ve özellikleriyle nadide Anadolu topraklarında, cennet bir vatanda yaşıyoruz.
Yaşıyoruz, yaşamasına ama kıymetini bilip değerlendiremiyoruz bu güzelim toprakları…
Bakliyat cenneti olan topraklarımızda bakliyat üretimi hızla düşüyor. Mercimek üretimi son on yılda %49 düşmüş mesela. Kuru fasulye zamlarından anlaşılacağı üzere durumu malum.
Çin’den sarımsak, İspanya’dan marul, İran’dan lahana, İtalya’dan ıspanak ithal ediyormuşuz. En çok da hayretle okuduğum; ABD’den fındık ithal ediyor olduğumuz.
“Pes doğrusu!..” demekten kendimi alamadım. Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı ekim ayında yaptığı bir konuşmada bu durumu dile getirmiş.
Geleneksel ürünlerimizi bırakın ihraç etmeyi ithal eder olmuşuz meğer. Fındığa bu kadar şaşırmamın sebebi; Türkiye’nin fındıkla özdeşleşmiş bir ülke olduğunu bilmemden kaynaklanıyor. Bildiğim kadarıyla fındıkta dünya üretiminin %70’i Türkiye’de gerçekleşiyor. Bu çok büyük bir rakam. %90’ı ihraç edilirken sadece %10’u ülkemizin ihtiyaçlarına yetiyordu. Yoksa ithal ettiğimiz ürünü yeniden bize mi satıyorlar!!!
Ama buna da şaşırmamak lazım zira hiç fındık üretimi olmadığı halde fındık borsasının Hamburg’da olması ve fındık fiyatlarını Almanların belirliyor olması kadar normal bir şey olsa gerek bu durum! …
Samanı bile ithal ettiğimize göre yakında davul tozu, minare gölgesi de ithal ederiz artık!..
Köyde yaşayan daha önce inek baktığını bildiğim bir büyüğümü sütü marketten alırken gördüğümde hayretle dayanamayıp sormuştum : “Sen de mi sütü buradan alıyorsun? İneğine ne oldu?”
“ Kızım, ineğin samanı, küspesi, bakım masrafları; sütü sattığımda bırak kârı, ettiğim masrafların maliyetini bile karşılamıyor ki! … Yorgunluğu da cabası. Neden inek besleyip kendime eziyet edeyim?…”
Çok doğru daha bu sabah yeniden motorin zammıyla uyandık. “Köylü milletin efendisidir.” diyen bir Ata’nın torunları olarak fikrimiz bu yönde olsa da efendilik yapacak durumu kalmayan çiftçinin beli bükük. Toprağını ekse bir dert, ekmese başka!
Bizim kadar bereketli toprakları olmayan Avrupalının bakımlı, temiz, düzenle çalışılıp sürülen tarım arazileri gözümün önüne geldikçe içim acıyor. Hafta sonları, sabahın erken saatlerinde tarlasına gerekli itibarı gösteren vatandaş, diğer günlerde de hiç inanamayacağınız konumlarda, belki de koca koca şirketlerde yaptığı işine gidip aynı saygınlıkla çalışmaya devam ediyor. Sadece tüketmiyor üretiyor da. Buna maddi manevi gücü de var tabii.
Her şey ekonomik güç, sistemli ve disiplinli çalışmayla alakalı. Bizde; tarımsal girdilerin pahalı olması, tarım arazilerinin parçalı yapısı, tarımsal örgütlenme, pazarlama, sulama, eğitim düzeyinin düşüklüğü, öz sermaye yetersizliği, gelir düşüklüğü… konuları göz ardı edilmemeli bence. Arz talep meselesi de sonra geliyor tabii…
E ne diyelim, böyle devam ettiğimiz sürece Dolar da yükselir, Euro da (…) faizler de!…