Dört Mevsim Bahar

Suya hasret kıraç toprakların, çatlak dudaklarından süzülen yağmurun hayat verdiği bedenler misali, canlanıyordu tüm fikirler benliğimde. Sanki damarlarımda dolaşan kan, taze oksijenin verdiği cansuyu etkisi ile besliyordu tüm benliğimi. Yeşeren fidanlara paralel , yeni düşünceler kök salıyordu düşünce ufkumun enginliğine.Tıpkı baharla pıtırcıklanan çiçekler gibi ard arda „Merhaba!“ diyordu göğe,evrene….

Ardına kadar açtığım pencereden içeri dolan ılık bahar esintisi, canlanan bedenimden ruhuma sızıyor, zihnimin dehlizlerindeki en ücra noktalara güneşin gülüşünü, kuşların ötüşünü toprağın mis gibi bahar yağmuru sonrası kokusunu zerk ediyordu inceden inceye.

Beyaz ve grinin hakim olduğu dünyaya meydan okuyan kardelenlerin cesaretiyle güneşe aşık bahar mimozaları, gelincikler, begonviller, renk renk kucaklarken anaç toprakları, tüm canlılığıyla süslüyor en yüksek ağaçların tepelerinden, zirvesine koca koca dağları.

Belki Fuzuli’nin, Baki’nin, Nedim’in bahariyelerini süsleyen dizelerindeki latif bir söz, belki Van Gogh’un „ Çiçekli Badem Dalları“ tablosuna hoş bir yansıma belki de kaleydoskopun içinde bir harmoni…

Nefes nefese bahar kokularını çekmek iliklerimize, arının vızıltısı, kuşların cıvıltısı bahar rüzgarlarının uğultusu kulaklarımızda; söylenen bahar şarkılarına yek ahenk katılmak, pür neş’e bütünleşmek belki de meftun olmak tüm bu güzelliklere… Gençlik rüzgarları başında uçuşanların ruhlarında yeni ve önlenemez dugularının yeşerdiği, aşk mevsimi…

Canlanan yalnızca doğa değil; dünya yüzünde yaşayan tüm mahlukat yeni bir enerji yüklemesiyle adeta şarj oluyor, her bahar yeniden doğuyor, yeniden canlanıyor sanki. Kışın kasvetli çehresi, yüz çevirmiş, köşe başlarını tutan kestaneciler tezgahlarını toplamış, ardına düşmüş donuk beyazlığın gidiyordu.

Kuşların nağmeleri, kedilerin mırıltıları doğanın bahar musıkisinde oluşturduğu notaların ahengiyle; sükunetle esen meltemin kanatlarında, sol anahtarının önüne doğru dizilmiş, çıkaracakları seslerin zamanınını bekler gibiydi. Musikiye, bahar temizliğine başlamış kadınların halı çırpma sesi, silinen camları parlatmak için uğraşırken çıkan gıcırtılar, temizlenen soba borularının tangırtıları da eklenince akordu bozulmuş bir orkestra gibi her telden sesler gök kubedeki sonsuzluğa asılıp kalmaya başlamıştı. Tıpkı her bahar olduğu gibi, yinelenen bir bir şarkının nakaratını tekrar edercesine…

Bakışları yumşayan gökyüzü, mütebessim çehresi ile iliklerime tazelik, canlılık ve gençlik aşısı etkisiyle dolan bahar mistisizmi içinde, damarlarımda muttasıl dolaşan alevli bir kokteyl gibi yaydığı rayihayla beni de herkes gibi sarhoş ediyordu.

Penceremin önünden süzülerek geçen, üzeri rengarenk işlenmiş kelebeğin nazenin edasına bakarken, süzülerek içeri giren uğur böceği, pervasızca bluzumun koluna konmuştu bile.Onun bu aldırmaz tavrına karşılık ben „Uç uç böceğim, annem bana terlik, pabuç alacak…“ diyerek uçurmaya çalıştığım uğur böceği ile çocukluk yıllarıma dönüyor, dört yapraklı yoncayı bulmuş gibi mutlu-mesut, ondan habersiz yeniden çocuk oluyordum adeta…

Ey bahar, sen nelere kadirsin!… Keşke her gelen yeni baharla uğur böceği bizleri yeniden o küçük çocuk halimize dönüştürüverse… Biz de hep içimizdeki çocukla çocuk kalsak… Dört mevsim bahar olsa…

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir