Dostluk
“Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yârim, kara topraktır.”
Âşık Veysel
Onlarca yıl öncesinde, dostluğun, kardeşliğin günümüzden daha ağır bastığı, hükmünü daha bir salınarak sürdüğünü düşündüğümüz bir dönemde, büyük ozan “Benim sadık yârim, kara topraktır “ diye seslenmiş.
Hep eskiye dönerek, özellikle manevi birçok konuya imrenerek baktığımızı düşündüğümde, Âşık Veysel ‘in bu deyişi aklıma takıldı, neden böyle söyledi acaba diye?… Beynimin içindeki gri hücrelerde, sözcükler dolaşırken, düşüncelerim dile geldi…
Mayası toprak olan beşerin; hayatını topraktan elde ettikleriyle idame ettirip, hayatın sona erişiyle birlikte yine toprağa döneceği mantalitesinden hareketle yola çıkıldığında, ne kadar da doğru bir söylem…
Yıllar geçse de değişmeyen kavram dostluk, demek ki; belli zamanlarda zirve yapsa da, bazı zamanlarda kırılmalara da uğramış ve insanoğlunu kendi iç dünyası ile baş başa kalmak zorunda bırakmış. Günümüzde olduğu gibi, geçmişte de gerçek olmayan dostluklar varlık gösterememişler. Oysa her daim istikrarla tavrını bozmayan toprak ana, hep aynı kalmış. Yalnızca tavrını değiştirmeyen o olmuş.
…
Bulduğumuzda sımsıkı sarıldığımız, kaybetmeyi göze alamadığımız dostlar, günden güne, kardeşten daha yakın, sımsıkı bağlarla bağlar bizi kendine. Acımızı, hüznümüzü, derdimizi paylaşıp ağlaştığımız da onlardır; kalbimizin heyecanla çarptığı mutluluğumuzun, neşemizin coşkuyla taçlandığı anları, bizimle aynı samimiyet ve içtenlikle paylaşan da onlar… Dönüp şöyle bir geriye baksak, hepimizin hayatında kurulan farklı dostluklar, farklı tanımlamalarla yerini almıştır…
Çocukluk yıllarından itibaren süregelen, okul hayatında edindiğimiz, iş hayatında karşılaştığımız, bir arkadaş toplantısında kurduğumuz dostluklar… Ama hangisi gerçek?…
Bence dostluğu perçinleyen senelerdir… Ne kadar çok seneye meydan okuyabildiğidir, dostluğun… Dostluklar, en büyük sınavlarını zamana karşı verir. Nice fırtınalara dayanıklılık göstermek, nice engelleri birlikte aşmak, hedefe birlikte yürüyebilmek, sonuçlara aynı hassasiyetle yaklaşabilmek… İki insanın, aynı içtenlikle birbirlerine karşı bu tavrı sergileyebildikleri sürece güçlenen dostlukları, zaman içinde aşınmalara meydan vermedikleri sürece daha da anlam kazanır, kıymetlenir. Gerçek dostluk, bu nedenle zaman içinde anlaşılır. Kurulan arkadaşlık, dostluk mertebesine erebilmek için; zaman ister, emek ister, özveri ister…
Ama bazen en zirvede yaşanır kırılmalar, bazen en başlangıçta. En zor olanı zirvede yaşanandır ama… Zira her şeyinizi güvenip, tüm mahremiyetinizle paylaştığınız sırlarınız, birden havada donup kaskatı olur, sonra tuz buz… Paramparça… Eriyip su olur tüm yaşanmışlıklar… En acısı da budur işte!… Sadık yârin sadece toprak olduğu andır. Dostluğun, bir anda hükümsüzleştiği, güven duygusunun anlamını yitirdiği an… İnsanın doğasında var olan, ihtiyaç duyduğu insani duygunun açlığını bundan sonra hep yaşayacağı andır o… Dostluk kavramına, daha bir imtina ile belki de itibar etmeden bakacağı, duyguların mantıkla; kalbin akılla uzlaşamayacağı karmaşa… Yıllarca, kalbin beyinle ortaklaşa onayladığı kavramda oluşan belirsizlik…
En zirvede yaşanan, kırılmalara geçit vermeyen, zamana meydan okuyan dostluklar kurmanız dileği ile…
Bir yorum
Çelebi Kaptan
Sayın KAYA ;
Görüşlerinize harfiyen katılıyorum
Zaman ve yaşanmışlıklar dostluğun perçinleridir ; şayet zaman ve yaşanmışlıklar da perçinleşmişlik yoksa, dostluk da yoktur .
O ya alışkanlık olmuştur ya da riyakarlık
Herkesin dost olabilmesi dileğimle