ESKİ BİR ŞARKININ NAKARATI

“Dünyadaki en güçlü insanlar kimdir diye sorsalar;
kendi başının çaresine bakmayı bilen kadınlardır derdim.”
Cemal Süreya

  

Güçlü kadınları severim. Bir kadının önce kendisi için var olmasını, dik durmasını isterim. Bu nedenle tüm romanlarımda güçlü kadın karakterler tasvir etmeye özen gösteririm. Bilirim ki kadın, yaratılmışların içinde en şerefli olarak nitelendirilen ve adına “insan” denilen varlığın iki cinsinden biridir.

Ve yine bilirim ki her cins farklı görevlerle donatılmıştır bu dünyada. Biri olmadan diğerinin olamayacağı şekilde; ki biri diğerine üstün olmasın.

Yaratılışta eşit olarak var olan bu iki türün sonradan birbirinin üzerine çıkmaya çalışması ve birinin diğerini ezmeye çalışması neden o zaman?

Hayatı paylaşmak varken hayatı parçalamak niye?

Kadın – erkek eşitliğini sağlamak neden bu kadar zor?

Kadınların kendi ayaklarının üzerinde durmasına ve özgürce yaşamasına, eğitim ve iş olanaklarının erkeklerle eşit ve erişilebilir olmasına, kadınların her alanda ve her konuda kısıtlanmadan ve olabildiğince serbest olmasına engel olan ne?

Neden dünyada her dört kadından biri eşinden ya da ailesindeki, yakınındaki bir erkekten şiddet görüyor?

Sadece kadın olduğu için neden her gün onlarca kadın öldürülüyor?

Neden?

Bugün 8 Mart;

Dünya Emekçi Kadınlar Günü.

Sevgiliye çiçek alma, hediyeler alıp yemeğe götürme, iltifatlar etme günü değil bugün.

Bugünün, haklı bir hak arayış günü olduğunu ve bunu 1857 yılında 129 kadın işçinin canlarıyla ödediğini bilen hangi insan, acı dolu bir güne böylesine materyalist bir anlam yükleyebilir?

Eğer bu hayatta nefes alıyorsak, bir insan olarak bu dünyada bir yer işgal ediyorsak bilmeliyiz ki nefes aldığımız ve üzerinde yaşadığımız bu dünyada, kadın ya da erkek hiç fark etmez, bizden sonraki nesillere karşı görevimizi yerine getirmek için varız. Onlara şiddet, düşmanlık, kan kokan bir dünya bırakmak için değil.

Bu yüzden her şeyin anlamını yitirdiği dünyamızda, kar amacı güden bir mantıkla ticari menfaatlere hizmet edilen bir sistemin içinde ne kadının ne de erkeğin cahil kalmaya hakkı yok. Kadın hakkı, erkek hakkı vb.… diye uğraşmak yerine insan haklarını öğrenmeliyiz ve öğretmeliyiz.

Saygı ve sevgi tohumları serpmeliyiz toprağa ki bizden sonra boy versin yeşersin. Birbirimizle mücadele etmek yerine, kadın erkek, omuz omuza durmayı önce biz öğrenmeliyiz, sonra çocuklarımıza öğretmeliyiz. Düşmanlık, kin, nefret, savaş çığlıkları arasında, kan kokan bir dünya yerine, el ele mutlu yaşanacak bir dünyayı inşa etme yollarını aramalıyız.

Kadını, bir rakip değil bir eş, bir yol arkadaşı olarak görmeyi, birlikte paylaşarak yaşayabilmeyi öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Bunun için sağlıklı çocuklara ve sağlıklı ana babalara ihtiyaç duyduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız.

Fasit bir dairenin içinde başıboş dönmek yerine, ilkel toplumlardaki güçlünün haklı olduğu mantığından bir an önce kurtulup, çemberi kırıp bir an önce insanca yaşamayı öğrenmeli ve tabii yine çocuklarımıza öğretmeliyiz .

Yoksa “kadın hakları” meselesi, hiçbir zaman, kendimizin söyleyip yine kendimizin dinlediği, eski bir şarkının nakaratı olmaktan öte gitmez bu dünyada.

                                                                                                                             

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir