HAK ve BATIL

Küçükken, biri üzerimizden atladı diye kısa kalacağımıza inanan çocuklardık hepimiz.

Evden biri giderken arkasından su döken annelerimiz gözlerimin önünde hâlâ…

Yeni doğan bebeğin, doğum yapan annenin evden çıkarılmasına mani olan insanlar da çoktu.

En çok da akşam tırnak kesiyorsak “Günah, başka zaman yok mu tırnak kesecek!” diyen azarlayıcı bir ses tonunu hatırlıyorum.

Hele günümüzde !… Günlük falını okumadan şuradan şuraya hareket etmeyen kızlar mı istersiniz, gezegenlerin durumuna göre çıkarılan doğum haritaları, gelecek tahminleri, çıkarılan kişilik tanımlarına göre yapılan eş seçimlerine  göre evlenenler mi?…

Peki doğru mudur tüm bunlar?…  Hak ve batıla; akıl ve mantık yoluyla, rahatlıkla ulaşılabilecek bir çağda yaşarken, nasıl doğru diyebiliriz ki?

Kanada’nın Saskatchewan Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre 1958 yılında aynı gün birkaç dakika ara ile doğan 2000 kişi uzun yıllar gözlem altına alınmış ve incelenmiş. Gerek kişilik özellikleri gerekse karakter oluşumları analiz edilmiş. Bu arada 700 astrolog da bahsi geçen kişiler arasından rastgele seçilen deneklerin kişilik profillerine bakarak doğum haritalarını çıkarmış. Sonuçlar karşılaştırıldığında ise astrologların tahminlerinin başarısız olduğu görülmüştür. Yani buradan anlaşılacağı üzere güneş dünya ve gezegenlerin konumlarının burçları etkilediği inancı yalnızca çağlar ötesinden gelen bir efsaneden öte bir şey değildir.

Aslında insanlar, gerçeğin belirsiz olduğu durumlarda bir yerlere sığınmak ister ve bunun için de kendilerine bir gerçeklik kurarlar ve bu kurdukları gerçekliğe kendilerini de inandırarak mutlu olurlar. İşte tam da bu noktada din devreye girer ve insanlara inanacakları bir gerçeklik sunar.

Batıl inanç ve hurafelerin ortak karakteri aşırı tutuculuktur. Bu hastalığa müptela olmuş toplumlar, her türlü değişim ve gelişme karşısında tavır alırlar. Dikkat edin, en tutucu insanlar ve toplumlar, batıl inanışlara ve hurafelere en çok bağlı olanlardır.

Toplumlarda, kültürel ve sosyal olarak sakat inanışların gelişmesine ve yerleşmesine zemin hazırlayan birçok sebep vardır. Bu sebepler değişik şekillerde zuhur eder. Birçoğuna tanık olduğumuz bu batıl inanışlara göre aklın mantığın yolunu takip etmek yerine cehaletin bir sonucu olarak inanmak ya da inandırılmak istenene göre tavır sergileriz çoğu zaman.

Tıpkı Soma’da yaşanan felaketi, Allah’ın bir gazabı olarak nitelendiren insanların yaptıkları gibi… Böyle düşününce, cehaletimizin de bir boyutuyla ortaya çıktığına tanık oluyoruz aslında. Zira bu zamana kadar dinlediklerimize, okuduklarımıza göre Kur’an-I Kerim’de kendi zulümleri, sapkınlıkları sonucunda bir çürüme içine giren uygarlıkların, kendileri için acı birer son hazırladıkları anlatılmaktadır. Oysa yaşadığımız bu elim olayda insanlarımızın düşüncelerine göre; Kur’an ayetlerinde toplumun içinde insanlıktan çıkan sapkın insanlar yüzünden topluluktaki suçsuz, günahsız gariban insanları helak eden bir Allah tanımı olduğu sonucuna varmamız gerekiyor…

Tek gayesi ekmek parası olan, evini, çoluğunu çocuğunu geçindirmek derdinden başka derdi olmayan bu insanlarımızın helak olmasının sebebi gerekli tedbirlerin alınmaması, çıkar ilişkileri vs. değil de böyle nitelendiriliyor, suçluların suçları örtbas edilmek isteniyorsa; bu hurafelere artık bu milletin karnının tok olması gerekir…

Düşünsenize Japonya’da 8,8 şiddetinde bir depremde ölen kimse olmamasına karşın, Türkiye’de 7 şiddetindeki bir depremde yüzlerce kişi hayatını kaybetmesi sonucu şu sonuca ulaşmamız lazım o zaman.  Depreme dayanıklı binalar yapmak bir çözüm değildir. Zira Allah’ın Şintoizim mensubu Japonlardan razı olduğu, buna mukabil Müslüman Türklere kızgın olduğu düşüncesiyle hareket etmemiz gerekir. Eh bundan sonrasını, varın gerisini siz düşünün artık…

Cehalet, gelenek-görenek, çıkar hesapları, insani zaaflar, saf ve temiz inançların istismarı gibi nedenler, hurafe ve batıl inanışların ortaya çıkmasına ve yayılmasına en büyük etkendir.

Bu inanış ve hurafelerin yaygınlaştırılması; zararı itibariyle yalnızca kişilerin kendilerine veya muhataplarına değil toplumun geneline yöneliktir. Bunlar, din dışı uygulamalarını din adı altında sergiledikleri için insanların saf inançlarını bozmakta ve böylece hem yüce dinimize, hem de halkımıza onarılması güç zararlar vermektedir.

İlk emri “Oku” ile başlayan yüce kitabımız Kur’an’ı bir kere bile okuyup anlamayan insanların, söylenen her söze inanmaları yüzünden, bu batıl inanışların pençesinden kurtulmaları pek de kolay olmayacaktır.

Kur’an da ifade edildiğine göre “ Batıl inanış köpük gibidir; Hak karşısında yok olmaya mahkûmdur.” Yeter ki doğruyu akıl ve mantık ile aramasını bilelim.

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir