Biz çocukken “2001: Bir Uzay Destanı”, “Uzay 1999” gibi filmler revaçtaydı. 2000’li yıllara yönelik hayallerimizde, çocuklara, kadınlara tacizde bulunan, geri kafalı yaratıkların olduğu bir dünya düşlememiştik hiç. Bizim beklentimiz, Ay Üssü Alfa’dan ışınlanarak başka yerlere gidebilen Kaptan Kirk, Mr. Spock ya da başka canlıların şekline dönüşebilen Maya karakterinde olduğu gibi kendini aşmış bir insan nesline evrileceğimiz yönündeydi. Kadını, erkeği ile aynı şartlarda yaşayan, aynı işleri yapan, cinsiyetçiliği Ortaçağ karanlığına gömmüş olan bir insanlıktı hayallerimizde olan. Oysa şimdi; “hayaller Uzay Yolu, hayatlar Orta Çağ!”…
Gün geçmiyor ki cinsiyetçi söylemlerle medyaya, sokağa, hayatlarımıza sızan kadın düşmanlarının boy gösterdiği, yaşam alanlarımıza sızdığı bir haber düşmesin önümüze. 9 yaşındaki küçük bir kız çocuğuyla evlenmeyi normalleştiren şeyhleri, şıhları; tek tek sırayla tecavüz ettikleri akli dengesi yerinde olmayan kız, o esnada bağırmadığı için rızası olduğu gerekçesiyle haklı bulunan insan müsveddelerini, boşanmak isteyen karısını kıskandığı için, sevdiği için, üzerine takım elbise giyip iyi hal gösterdiği için serbest bıraktığımız sürece tüm bu ve benzeri sapkınlıklarda iyi bir hal bulup suçlulara hak ettikleri cezaları vermediğimiz sürece bu iş bitmez.
Şüphesiz her bir bireyin bilinçaltı olduğu gibi toplumların da ortak bilinçaltları vardır. Bunlar da zaman içinde birbirine aktarılmak suretiyle varlığını sürdürür. Ama tıpkı küçükken oynadığımız kulaktan kulağa misali. Hani ilk kişi “Ali” dese son kişiden kelimeyi “Arhavi” olarak işittiğimiz cinsten. Kadının bereket Tanrıçası sayılıp hürmet gördüğü Anadolu Medeniyetlerinden, kadını baş tacı yapan eski Türk Devletlerinden günümüze gelene kadar oluşan zihniyetlere, bu oyunda olduğu gibi, yanlış yamalak söylemler taşınmış ve yer etmiş belli ki. Yoksa o günlerden bu günlere böyle gelmek başka türlü olamazdı sanırım.
Yoksa edebiyatımızdaki “gülüşüne kurban” olunan kadın yerine “Karı gibi gülme” sözü geçmezdi ya da “Sırma saçlı” güzellerin “Saçı uzun, aklı kısa”ya dönüşmesi çok da kolay olmazdı; gözlerinden süzülen bir damlaya kıyılamayan kadınlar yerine “Karı gibi ağlama” denilmezdi. Kurtuluş Savaşında bebeğinin battaniyesini cephane üstüne örten Nene Hatun’lar, cepheden cepheye askerin yanında koşan Kara Fatma’lara “Eli işte gözü oynaşta” sözünü yakıştırmak gibi bir şey değil midir bugün Türk Kadınının içine düşürüldüğü durum. Saymakla bitecek gibi değil. Elini hamuruyla erkek işine karışma, kızını dövmeyen dizini döver, kızı başıboş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya kaçar, karı dırdırı çekememek… vb. Halk literatürüne giren bunca söz nasıl oluştu dersiniz? Dervişin fikri neyse zikri de oymuş der atalarımız. Demek ki kadınlarımızı bu duruma düşüren yine toplumumuzun ve toplumu oluşturan insanlarımızın kendisi.
Peki ne olacak şimdi?
Eril düşüncenin hâkim olduğu cinsiyetçi söylemleri silmeliyiz önce kitaplardan, defterlerden ve tabii zihinlerimizden. Karı gibi gülmeyi aşağılayıcı, adam gibi gülmeyi yüceltici bir söylem olmaktan çıkartıp insan gibi yaşamanın, gülmenin önemini öğretmeliyiz kendimize ve çocuklarımıza. İnsan olmanın erdemlerini herhangi bir cinse mâl etmeden evrensel bir düşünce kabul edip etrafımızdakilere de bunu kabul ettirmeliyiz. Ahlaklı olmanın kadın üzerinden yürütülmesini engelleyip erkeğin de kadının da ahlaklı olması gerektiğini kabullenmeli ve kabullendirmeliyiz. Ne zaman erkeğin elinin kiri olanı, kadının namusu olmaktan çıkarabilirsek, ne zaman zihinlerimizde birikmiş yalan yanlış düşünceleri zihnimizin çöplüğünden ayıklayıp arındırabilirsek, ne zaman erkek çocuklarını ayrıcalıklı erkek türü olarak değil insan olarak yetiştirmeyi başarabilirsek işte o zaman kadına şiddet ve kadın cinayetleri en aza iner. Dikkat edin, biter demiyorum çünkü hasta ruhlar, ne yazık ki biz istesek de istemesek de hep olacak bu dünyada. Önemli olan eğitilebilenleri kazanmak. Şimdilik hepsi bu!!!