HAYAT BAYRAM OLSA
“Hayat bayram olsa” derdik eskiden…
Şimdi düşünüyorum da; yüzünü bu kadar eskittiğimiz, rengini bu denli soldurduğumuz, boynunu pervasızca büktüğümüz zavallı bayramları… İçim acıyor…
Dünyanın dört bir yerinde ve ülkemizde süren kavgalar, savaşlar, ölen, sakat kalan, annesiz babasız kalan onca çocuk geliyor aklıma; utanıyorum yaşadığım bayramlardan…
Meğer dünyanın en şanslı çocukları bizmişiz de farkında değilmişiz diyorum. Ne büyük şansmış, çocukluğunu doyasıya yaşayabilmek. Gerçekten mutlu olabilmek… Sokakta kaçırılır mıyım, başıma bir şey gelir mi demeden, arkadaşlarımın, dinini, mezhebini, rengini düşünmeden, sorgulamadan akşam karanlığına kadar toz toprak içinde onlarla oynayabilmek meğer ne büyük mutlulukmuş.
Bayramları bayram olarak yaşayabilmek hele…
Bugün maziye gömdüğümüz o tatlar, o lezzetler şekersiz çikolata gibi şık ambalajlarda paketlenmiş, tatsız tuzsuz ve mutsuz bir halde servis edilirken önümüze, nezaket göstermek uğruna sahte gülümsemelerle yaşar olduk bayramları. Zaten bayramları bayram olarak değil de tatil olarak görmeyeli başlayalı bozulmuştu büyü.
Bayramlara değil de tatillere sevinir olmak; gelen misafir yerine onun getirdiği hediyeye sevinmek gibi bir şey olsa gerek. Evinize gelen misafirden çok getirdiği hediyeyle ilgilendiğinizde, misafirin hissettiği gariplik tadında ya da tatsızlığında şimdi bayramlar.
Çoğu fakiri fukarayı sevindirmek yerine dostlar alışverişte görsün diye kesilen kurbanlar, kalori hesabına boynu bükülen baklavalar, börekler, helvalar, lokumlar…
Oysa ne güzeldi kapısını çaldığınız her komşunuzda nezaketen de olsa yediğiniz o tatlılar, börekler… Zaten kapı kapı gezerken eriyip tükenirdi bir sonraki komşunun kapısına kadar.
Dostla içilen kahvenin tadı damağımda, içten atılan kahkahaların sesi kulağımda, mazinin belli belirsiz hayali gözlerimde yâd ederken geçmişi, küçücük bir çocuk olup mis gibi çay kokusuna açmak istiyorum yine gözlerimi.
Dolabımın kapağına astığım bayramlıklarımı giyip anneme kahvaltı masasını hazırlarken yardım eden o küçücük kız olmak istiyorum yeniden. Bayram namazından dönen babama terliklerini verip kucağına zıplayan, yanaklarından öpen o mutlu yumurcak…
Bayram sofrasının ardından vakit kaybetmeksizin kapı kapı dolaşıp yaşlı amcaların, teyzelerin ellerini öpüp harçlık olmasa da şekere, helvaya, çikolataya bir öpücük ve gülen gözlerle teşekkür eden bir sürü mahalleli çocuğun arasına karışmak, hediye edilen beyaz mendile yeniden sevinebilmek istiyorum.
Biz, küçük şeylerle mutlu olabilen mutlu çocuklardık. Bayramlara yalnızca bayram olduğu için sevinen çocuklar.
Evin en küçüğü olarak Kurban bayramlarında mahalleye et dağıtma görevi bana verilse de, kan ter içinde kapı kapı annemin parçalayıp böldüğü etleri dağıtırken oflayıp puflasam da ne güzelmiş o zamanlar…
“Hayat bayram olsa!” denildiğinde aklımıza hep o tatlı telaşların koşturmaların, şen kahkahaların, hoş sohbetlerin, mutlu insanların, her şeyin dostça paylaşıldığı günlerin gelmesi belki de bu yüzden. Ama artık hükmünü yitirmiş bu meziyetlerin yerini alan tatillerle bu cümle de anlam kaymasına uğradı. Çünkü artık hayatın bayram olması her gün tatil olsa düşüncesine evrilirken mutluluğun resmi ve tanımı da değişti beraberinde.
Biz galiba yaşlanıyoruz demeye başladım belki de sırf bu yüzden. Tanımlarımız, kavramlarımız, umutlarımız, umutsuzluklarımız, mutluluklarımız, mutsuzluklarımız bile rengini şeklini değiştirdiğine göre…
Ama olsun yine de ben kendi tablomdaki renlerle, kitabımdaki sözcüklerle, yürekten, can-ı gönülden eski bayramlar tadında “hayatınızın bayram” olmasını diliyorum…
Bir yorum
nuray vural
Ne güzel anlatmışsınız, okurken o günleri yaşadım, gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti çocukluğumun bayramları ..