İÇİMİZDEKİ SES
KİLİM GAZETESİ BADEN-WÜRTTEMBERG – ARALIK / 2019
İÇİMİZDEKİ SES
Siz hiç, kuytu bir ormanın derinliğinde susuz kaldınız mı?
Şimdi sizden ricam, bir dakikalığına gözlerinizi kapatıp kaybolduğunuz kuytu bir ormanda susuz kaldığınızı hayal edin. Ve sonra, işittiğiniz bir şelalenin şırıl şırıl çağlayan sesine kulak verip yönünüzü tayin ettiğinizi düşleyin. İşte vicdan dediğimiz şey, tam da böyle bir şeydir.
Zira kendimizi idrak etmeye başladığımız andan itibaren kendisini hiç göremediğimiz ama her daim içimizdeki sesine kulak verdiğimiz, bize yol gösteren bir rehber, bir kılavuz konumundadır vicdanlarımız.
İyi ve kötüyü birbirinden ayırmak, iyiye doğru meyletmek, eylemlerimiz hakkında yargıda bulunmak, vicdanımıza atfettiğimiz vazife olması açısından ortak bir özelliğimizdir aslında.
“Sinema tarihinin en ünlü komedyenlerinden Charlie Chaplin’in, bir röportajında çocukluğunu ve çocukken kendine ilham verenleri anlatırken söyledikleri, benim için bu konuda hep bir mihenk taşı olmuştur.
Chaplin, verdiği mülakatta şöyle anlatır:
“(…) Küçük bir çocukken babamla bir sirke gittik. Bilet sırasında uzun bir kuyruk vardı ve biz de anne, baba ve altı çocuktan oluşan kalabalık bir ailenin arkasında bekliyorduk. Yoksul oldukları her hallerinden belliydi ama pasaklı değillerdi; elleri, yüzleri, elbiseleri tertemizdi. Çocuklar, sirkten bahsederken öyle mutlu görünüyorlardı ki…
Sıra onlara gelince babaları gişedeki adama doğru eğildi ve bilet fiyatını sordu. Gişe çalışanı bilet fiyatını söyleyince adam kekelemeye başladı ve dönüp karısının kulağına bir şeyler fısıldadı.
Çaresizliği ve mahcubiyeti, yüzünden okunuyordu…
Babam, hemen cebinden 20 Dolar çıkardı ve gizlice yere attı. Sonra da eğilip yerden aldı ve adamın omzuna dokunarak şöyle dedi:
‘Paranızı düşürmüşsünüz beyefendi…’
Adam, babama baktı, babamın bakışlarındaki o ikna edici ifadeyi anladı ve gözleri dolarak “Teşekkür ederim efendim.” dedi.
Onlar içeri girdikten sonra babam beni elimden çekti, ‘Bağışla beni evlat!’ dedi ve biz kuyruktan çıktık; çünkü babamın, adama verdiği o 20 Dolar’dan başka parası yoktu…
O günden beri babamla gurur duyuyorum ve işte o 2 dakika, benim hayatımda izlediğim en güzel gösteri oldu.”
Eminim, o gün sirkte izleyemediğim gösteriden çok daha güzeldi bu gösteri…”
Herkesi güldüren o komik adamın bu hikâyesi ne zaman aklıma gelse, yüreğimde bir yerler sızlar. Sahi kaldı mı böyle insanlar?
Kendi evladının mutluluğundan önce başka çocukları sevindirebilecek kaç tane insan var şu dünyada? Hem de bu kadar incitmeden, kırmadan; onurluca?
Doğrusu, vicdanlı insanlara çok ihtiyacımız var!
İçinde yaşadığımız tüketim toplumunda, vicdanını tüketmeyen, tıpkı Charlie’nin babası misali insanlara…
Gün geçtikçe bireyselleşen, bencilleşen, yalnızlaşan modern dünyada belki de en çok da böyle insanlara!
Anlatmak yerine, yaşatarak örnek olan insanlara…
Zira biz anlatmayı tercih eden bir toplumuz. İyi ve güzel olanı, kendimiz uygulamak yerine, etrafımızdakilerden bekleriz. Kitap okumayıp çocuklarımızdan kitap okumalarını isteriz, sigara içip etrafımızdakilere bunun aslında kötü bir şey olduğunu ve yapmamaları gerektiğini söyleriz. Oysa bu olayda anlattığım gibi, yaşayarak, yaşatırsak; vicdanımızın sesini belki de kendi iç dünyamızdan çıkartıp dış dünyaya daha çok ve daha etkili bir biçimde duyurabiliriz.
Kim bilir? Tıpkı Charlie’nin hafızasına kazınan bu örnekte olduğu gibi daha nice insani vasfı, etrafımızdaki insanların yüreğine işleyip, belleklerinde unutamayacakları bir anı olmaktan öteye taşıyabiliriz.
Vicdanının sesini duyan ve etrafına duyurabilen insanların her geçen gün daha da artması umuduyla…