İllede Yazmalı

” Hani ele avuca sığmaz tarifsiz hayaller var ya, sakın bırakmayın onları, müsade etmeyin gitmelerine. Yazın… Yazın ki, yazdıkça hayat bulsun, dile gelsin kağıt üzerinde süzülen izlerde, ölümsüz olsun sizinle, tüm belleklerde…”

                                                                                                                                  H.KAYA

        

Tertemiz sayfanın üzerinde raks eden harflerin, bazen halay çekercesine inci gibi dizildiği, bazen fırtınaya tutulmuşçasına cha cha yaptığı, bazen de slow bir müziğin ahenginde kuğular gibi süzüldüğü, satır aralarına, hayallerimizi, duygularımızı da katarak resmettiğimiz kutsal semboller gibidir yazı…

 

Bazen  dilimizden dökülen sözcüklerin muhteviyatındaki  uhrevi büyünün duman olup göğe yükseliverdiğine, gözümün önünde buharlaşıverdiğine tanık olurum. Onlar uçup giderken, ben arkasından bakakalırım çoğu zaman, belki de yanımdaki insanların farkına varmadığını düşünerek, biraz kırgın. Farklı bir boyuttaymış gibi görünür uçup giden kelimeler… İşte tam o saniyelerde yüreğimin derinliklerinde titreşir, kopuverir bir şeyler. Çünkü dilimizden dökülen o sözcükler, bir daha aynı kimlikle, aynı dizilişte, aynı ahenkte ve de aynı renkte, hayat bulmaz, bir araya gelemez çoğu zaman. İşte o an tılsım bozuluverir birden … Bize de buharlaşan sözcüklerin arkasından bakmak düşer yalnızca …

 

Bu yüzden, paylaşılan tüm güzel şeyler gibi paylaşmalıyız duygu ve düşüncelerimizi kalemimizin ucundan sızan mürekkebin renginde. Bazen beynimizin derinliklerine hapsettiğimiz deneyimlerimizi gün yüzüne çıkarmalı, ihtiyacı olan insanlarla paylaşmalıyız Bilge Kağan gibi, yüzyıllardan seslenerek…

 

Kimi zaman duygularımızı haykırmalıyız satır aralarında gizlenen bir nokta, bir virgül ya da bir soru işaretiyle…

 

Bazen küçücük bir kelime yazıp çok şey ifade etmeli, ya da bir kaç cümleye büyük sorumluluklar yüklemeli, ya da bazen bir sayfa yazıda beynimiz ve kalbimizin kesiştiği noktada canlanmalı ete kemiğe bürünmeli sözcükler… Biri resmetmeli onları… Belki de herkes kendi resmini çizmeli, herkes kendi resmini boyamalı sözcüklerin gizeminde.

 

Önce serin sularda yıkamalı, sonra yumuşacık battaniyelere sarmalı; belki fırtınalara tutup, okyanusların azgın dalgalarında savurmalı ama ille de yazmalı…

 

İlle de yazılmalı… Belki de çağın en büyük buluşu, mağrur edasıyla taradığı saçlarını; yıllara meydan okurcasına savururken dört bir yana ; inadına çakılı kalmalı sözcükler, taşlara, yapraklara, kağıtlara…

 

Sonra, günün birinde, birisi keşfetmeli, dünyayı yeniden keşfedercesine o yazılanları. Anlamına vakıf olabilmek, tılsımı çözebilmek kelimelerin içinde gizlenen şifreleri ortaya çıkarabilmek için uğraşmalı.

 

Bazıları da çok açık olmalı, yormamalı, çağlar sonra okunmalı ve hemen anlaşılmalı. Kalemin yaydığı o tılsımlı boyada hayat bulan sözcükler, ulaştığı zamana ve mekana mesajını taşımalı.

 

İşte sadece, bu yüzden yazmalı… 

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir