İNANÇ VE MUTLULUK
Maddî-manevî birçok imkânı rahatlıkla yakalayabildiğimiz, ihtiyaçları gidermek babında her bütçeye uygun birçok alternatifin var olduğu; doyumsuzluğun, tamahkârlığın hat safhaya ulaştığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. “Yok” kelimesinin neredeyse hükümsüz kaldığı günlerden geçiyoruz kanaatimce.
Yapılan üretime karşılık çılgınca tüketen bir toplum haline geldik. Bilinçli/bilinçsiz tüketiyoruz satın alınan şeylere karşılık ziyan edilip atılan onca şeyi bulamayan, alamayan insanların olduğundan haberli/habersiz… Harcıyor ve atıyoruz… İhtiyacımız olanı da olmayanı da…
Tüm bunlara karşılık mutlu muyuz?…
Eskiden bayramda alınan bir çift ayakkabıyı başının altına koyup mutlulukla uyuyan çocuklar kaldı mı?… Alınan küçücük hediyelere yürekten sevinen kaç kişi var?… Ya sunulan bir demet çiçeğin hazzıyla tebessüm eden kaç kadın?…
Bir elin parmakları kadar bile değildir sanırım… Artık en pahalı oyuncaklarla mutlu olmayan çocuklar; pırlanta, elmas takılara burun kıvıran kadınlar; son model arabalara kanmayan mutlu olamayan erkekler var etrafımızda. Çılgınca bir eşya bağımlılığı;, doyumsuzluk ve hırs!
Bize mutluluğu unutturanın bu hırslarımız olduğunu bile fark etmeden deli gibi çalışıp daha fazlasını kazanmak, daha iyisini almak, diğer arkadaşlarımızdan geri kalmamak için mütemadiyen çalışıyor, alıyor, tüketiyor, yeniden alıyor… bir döngünün içinde hayatımızı tüketiyoruz…
Üretmiyoruz, kendimiz, ailemiz, çevremiz için faydalı, kalıcı başka işler yapmıyoruz. Sadece çalışıp, yiyip, içip zevklerimiz uğruna ömrümüzü heba edip gidiyoruz. Tükettiğimiz sadece aldıklarımız değil ömrümüz; ömrümüzü de tüketiyoruz, farkında bile olmadan… Tükeniyoruz! …
Tüm bunların temelinde mutlu olma isteği var aslında. Hepimiz mutlu olmak, etrafımızdaki insanları da mutlu etmek istiyoruz. Ama bazı şeyleri çok abarttığımız için de mutlu olamıyoruz. Dikkat edin özellikle gelişmiş toplumlarda geçmişten günümüze ruhsal bozukluklar, psikolojik rahatsızlıklar her geçen gün daha da artıyor. Oysa ilim, fen ve teknolojinin bu kadar ilerlediği bir çağda mantıken böyle olmaması gerekiyor değil mi?
Bunların temel sebebi, yitirdiğimiz maneviyat ve inanç eksikliği. Maddi kaygılar arttıkça yitirdiğimiz maneviyat ve zedelenen inanç unsurları aslında mutluluğumuzu çalan.
İngiltere’de bilim insanlarının yaptıkları bir araştırmaya göre inançlı insanlar daha sağlıklı ve uzun ömürlü oluyorlarmış. Araştırmayı yapanlardan Prof. Dr. Roxane Gervais demiş ki, “Dindarlardaki manevi gücün modern hayatın getirdiği sıkıntılara karşı bir tampon görevi gördüğünü tespit ettik. Daha mutlu ve huzurlu bir hayat sürdürüyorlardı. İnançsız insanlarda ise sürekli bir panik hali, stres ve sonucunda depresyona sürüklenme hali belirledik. İşverenler işyerlerinde huzur istiyorlarsa personelin dinî inançlarını anlayışla karşılamalı, hatta teşvik etmelidir.”
Bu tür araştırmalar Avrupa’nın başka ülkelerinde ve Amerika’da da yapılmış ve araştırmayı yapanlar hep benzeri sonuçlarla karşılaşmış. Dua, meditasyon, ibadet ve diğer ‘zihin-beden’ yaklaşımlarının tedavi süreçlerinde de oldukça yarar sağladığı sonucuna varmışlar.
O halde çıkan sonuç şu; mutlu olmak istiyorsak, hırslarımızdan arınıp maneviyatımızı ve inancımızı korumalıyız.
Mutlu kalın…