İNCİ TANELERİ

İNCİ TANELERİ

“Kitaplar gibiyiz. Çoğu insan sadece kapağımızı görür, azınlık sadece tanıtımımızı okur, birçok kişi eleştirmenlere inanır. İçeriğimizi çok az kişi bilir.”

                                                                                                      Emile Zola

Fragmanı ekranlarda yayımlanmaya başladığı andan itibaren, medyaya ait her tür mecrayı fazlasıyla odağında toplamayı başaran İnci Taneleri dizisi kısa bir süre önce izleyicisiyle buluştu. İlk fragmanda, Dilber’in Ankara havası eşliğinde sergilediği dans gösterisi (tabii sanatçının da hakkını yemeyelim, Ankaralı olmayan birisi için şapka çıkartılacak bir performans!) diziden öne çıkarak dikkatleri diziye çekmeyi başardı. Ve hatta bir anda ikiye bölünmeyi hazır bekleyen toplumumuzu da bıçak gibi ortadan ikiye ayırdı.

Kadınlar ve kadın dernekleri, Dilber karakterinden hareketle kadını metalaştıran ve kadın bedeni üzerinden yürüyen bir dizi olarak fragmana veryansın etti. Hatta kadın cinayetlerinin romantize edildiğinden bahsederek Yılmaz Erdoğan’ın dizide okuduğu Fail şiirindeki “Senin âşığın olmak kadar, failin olmak da varmış.” Dizesinin altında yatan manayı bilmeden topa tuttular. Oysa edebiyattan biraz anlayanlar bile bilir ki, şiiri tek bir dizeyle analiz etmek yanlıştır.

Dizi İstanbul’da geçtiği halde, dizide yer alan pavyon pardon, dizideki tabiriyle müzikhol sahnelerini üzerine alınan Ankaralı sivil toplum örgütleri, Ankara’nın pavyon kültürüyle öne çıkartılmasını eleştirdi. Şikâyetçi oldu. Ve dizi bir anda hakkında yazılan yazılarla neredeyse bu iki tema üzerinde dönen polemikler etrafında şekillendi.

Hatta birçok kişi daha diziyi izlemeden sadece fragmanları izleyip dizi hakkında yorum yapmaya, diziyi kritize etmeye, yerden yere vurmaya başladı. Tıpkı yazımın başında alıntıladığım Emile Zola’nın ifade ettiği gibi, sadece kapağa bakılarak yorumlar yapıldı.

Ve her zamanki gibi tüm bu eleştiriler yapımcılara yaradı ve dizi, yayımlandığı geceyi en yüksek reytingle tamamladı. PR ekibini kutluyorum!

Ben üzerinde tek kelime etmeden her zamanki gibi beklemeyi tercih ettim. Dün akşam, yine internette izleme fırsatı bulduğum diziyi artıları ve eksileriyle kendi bakışımdan değerlendirmek istedim.

Dizinin daha ilk cümlesi “Yağmur her yere yağar ama yıldırım bir noktaya düşer!” sözü filmdeki metaforik anlatımın müjdesini kulağıma fısıldayınca gözlerim kadar kulaklarım da açıldı.

Uzun süredir basit söylemlerle yazılan dizilerde bulunmayan edebi üslubun damaklarımıza bir parmak bal çalması gibi bir şeydi bu cümle. O yüzden bu diziye “Okuduğunu anlamayan, duyduğunu kavrayamayan insanlar izlemesin lütfen!”  diye bir uyarı konulsa keşke diye düşündüm. Zira bu üslup halkımızın belki de büyük bir kesimine birkaç numara büyük gelecekti. Kimse alınıp gücenmesin lütfen.

Diziyi izlemeye, okuduğum yergilerin etkisiyle bir adım geriden başladım aslında. Ancak izledikçe Yılmaz Erdoğan’ın, yıllar önce yazdığı Mükremin Çıtır karakterinin özlenen muzip edasıyla temas ettiği etik konulara ve adabı muaşeret kurallarına nüktedan tavırlarla parmak basmasına ne yalan söyleyeyim bayıldım.

Yüze kapanan telefon konuşmaları, her lafının içine küfür yerleştirip konuşan Zerre karakteri üzerinden dikkat çekilen insan tipleri ve Zerre’ye verilen ayardaki nüanslar, basit bir “Kolay gelsin” sözcüğüne bile nezaketen teşekkür edememe, bir misafirin yanında nasıl konuşulması-konuşulmaması gerektiği (…) kısacası unutulan ya da unutulmaya yüz tutan adabı muaşeret kurallarına temas eden bir diziyi ekranlarda görmek iyi geldi.

Gelelim işin eğitim boyutuna; okumak için çalışmak zorunda kalan üniversite öğrencisi üzerinden üniversiteli gençlerin sorununa dikkat çekilmesi işin ilk güzel boyutu. İkinci boyut, sekiz saat okulda ders gören bir öğrencinin, okulda öğrendiklerinin yeterli olmaması nedeniyle özel ders almak zorunda bırakılması. Gençlerin sosyalleşmeye zaman ayıramamaları. Çocuklarına yeterince zaman ayırmayıp sürekli kızıp kükreyen, kendi hatalarının farkında olmayan eğitimli ama konun cahili ilgisiz aileler ve sonuç olarak ailesi tarafından anlaşılamayan gençler ve oluşturdukları asi kişilikler…

Tüm bu ana sorunlar içinde minik minik yerleştirilen kılcal damar niteliğindeki mesela Edebiyat Öğretmeni Azem’in milli bir sorun olarak değerlendirdiği “de” ve “da” ların yazımı ile ilgili göndermeler, gençlerde günlük tutma alışkanlığı ve önemi…

Bir eğitimci, Edebiyat öğretmeni ve yazar olarak kesinlikle çok kıymetli bulduğum noktalar bunlar. Nedense kimse dizinin bu yönüne dikkat çekmemiş yazılarında. Ya da ben rastlamadım. Algıda seçicilik. Herkes görmek istediğini görüyor yine!

Kadın bedeninin metalaştırılması konusuna gelince… Bu tarz görüntüler, İnci Taneleri dizisine kadar hiçbir dizide yoktu da bu dizide mi ortaya çıktı? Ey konuşanlar, kadın cinayetleri işlenirken neredeydiniz? Kadın haklarına dair anlaşmalar yasaklanırken neden ses çıkartmadınız? Bir dizi üzerinden klavye şövalyeliği yapmak kolay değil mi? Kaldırın kafanızı bakın söylediğiniz şey reklamların yüzde sekseninde filmlerin en az yüzde ellisinde zaten yok mu? Nerdeyse tüm reklamlarda güzel kadınlar çıkmıyor mu ekranlara? Şimdi mi aklınıza geldi laf söylemek. Yanlış anlaşılmasın sakın, dizinin savunuculuğunu yapıyor değilim ama dizide pavyon güzellemesi filan yapılmış da değil aslında. Pavyondaki kadınların, kabullenmek zorunda bırakıldıkları çaresiz yazgıları gözler önüne serilmiş. Yoksa elbette sonuna kadar karşıyım kadınlar ve kadın bedenleri üzerine kurulan bu saçma sapan gerici, cahil zihniyete ve bu düşüncedeki insanlara.

18 yaşında zorla evlendirilen Dilber’in, çaresizce, aşk sanarak aslında sığınacak bir baba figürü araması ve bunun farkında olmaması, serseri kocası ile ilişkileri, çektikleri bir özenti oluşturuyor olamaz! Pavyondaki kadınların hayatlarına dair bir güzelleme olsaydı Dilber’in bir eli yağda bir eli balda olmalıydı!

Babası yaşında bir adama sarılırken izin istemesi ve cinsellikten uzak saf duygularla sarılışı ve arada geçen diyalogda saklı olan mesajı göremeyenler dönüp önce kendilerine bakmalı bence.

Pavyon sahneleri olmasın diyenler, “Kızıl Goncalar” dizisinde kız çocuklarının küçük yaşlarda evlendirilmesi sahneleri gösterilmesin, tarikatların bu yönleri ortaya çıkmasın, diye yasaklamaya çalışanlardan ne farkınız kaldı şimdi?

Sanat ve edebiyat toplumun kanayan yaralarını tarafsızca gözler önüne sermeyecekse ne anlamı var? Ben “sanat, sanat içindir!” e karşıyım. Sanat toplum içindir ve öyle olmalıdır. Hal böyleyse toplumun kanayan yaralarını yazmak, göstermek suç olmamalı. Zira var olan hatalara gözlerimizi kapatmak bir suça ortak olmaktır. Pavyonlar hâlâ varsa ve hâlâ kadınlar bir eşya gibi muamele görüyorsa yazılmalı çizilmeli, gösterilmeli. Buna tepki koymak yanlış. Elbette özendirilmemeli. Ama şu diziye bakıp sadece Dilber’in elbisesini satın alan, Dilber’in yaptığı dansı öğrenmek için kurslara koşan insanların baktığı sığlıktan hayata bakan bir toplum olduğumuza gerçekten çok üzülüyorum.

Öyle ya nezaket kuralları ile ilgili kurslarının açılmasını, dilimizi daha iyi konuşup yazmakla ilgili diksiyon ve güzel yazı kurslarının açılmasını insanların o kurslara kayıt olmak için yer bulamamasını hayal etmek aptallık olur değil mi? Ama dizide Azem öğretmenin “Hayallerde evler bahçelidir ya ben de öyle hayal ediyorum. Hayal kuruyorsun hem neden tasarruf edesin ki” derken kastettiği gibi ben de toplumumuzun bu cehaletten kurtulduğunu hayal ediyorum neden tasarruf edeyim ki!

İşte şimdi yapımcı, yönetmen ve senariste dönünce neden fragmanda Dilber’in dansını öne çıkarttıklarını anlıyor musunuz? Fragmanda öğrenciyle, eğitimle ilgili bir öğretmenin sahnesi yer alsa düşünceleri apış arasıyla sınırlı insanlar bu diziyi izler miydi sanıyorsunuz? Bugün kanallarda reyting yarışlarını fark etmiyor olmanız mümkün değil. Neden diziler üç bölümde beş bölümde final yapıyor?

Fragmanda, pavyon ve dans eden bir kadın figürü öne çıkmışsa, kadın metalaştırılmışsa bunun suçlusu toplumdur ne senarist ne yapımcı ne de yönetmen!

İşte her şey arz talep meselesi. Şimdi herkes, bu diziyi eleştirirken şapkasını çıkartıp önüne koysun. Ve diziyi bu gözle yeniden izlesin!

Zira bu dizide hayatın ta kendisi var. Ama bence en önemlisi eğitim var! Yılmaz Erdoğan bence bu dizide hem oyunculuğu hem de senaristliği ile iyi bir işe imza atmış. Bu üslubunu ve bu hassasiyetlerini dizinin diğer bölümlerinde de sürdürmeyi başarabilmesini dilerim.

Ve her zamanki gibi okuma kültürü olmayan toplumumuzun bu yazıyı da okuyup, beğenip paylaşmayacak olduğunu bile bile yazmaya devam ediyor ve anlaşılmayı hayal ediyorum, ben de hayal kurduğuma göre neden tasarruf edeyim, öyle değil mi?

Eğer buraya kadar okumuşsanız;

Sağlıcakla kalın!

Paylaşın herkes okusun ;

2 Yorum

  • ALİ VAİZ GARİPOĞLU

    Merhaba,
    Yazıdaki görüşlere büyük ölçüde katılıyorum. Ancak, bazı konularda ayrı düşüyoruz sanırım. Her şeyden önce dizide verilmek istenen mesajların çok değerli-önemli olduğunu kabul ediyorum. Toplumumuzdaki kadın ve eğitim sorunlarının ele alınması çok önemli gerçekten. Eğitim konusunda verilen mesajlarla ilgili hiç bir itirazım yok. Ama KADIN ile ilgili verilen mesajların yansıtılış biçiminde bana göre biraz gereksiz detay girilmiş. Başak bir deyişle bu sorunların aktarılması için pavyon sahnelerinin bu kadar detaylandırılması gerekmezdi bence. Dans sahneleri bu kadar uzatılmasaydı acaba verilmek istenen mesaj verilemeyecek miydi? Acaba sizce neden bu dizi en fazla DİLBER figürü üzerinden tartışıldı? Ya da neden DİLBER’İN ELBİSLEREİ ŞİMDİDEN YOK SATMAYA BAŞLADI? Bu bile sadece dizinin toplum üzerindeki zararlı etkiyi ortaya koymuyor mu??? Kötüden örnek alınmaz. Başka dizilerde benzer sahneler varolması bu diziyi aklamaz bence bu konuda. Yanlış her dizi için yanlıştır. Kadın figürünün bu şekilde ön plana çıkarılması doğru olmamış bence. Mesela Yılmaz ERDOĞAN bu diziyi TRT için yapsaydı ve bu pavyon sahnelerini doğal olarak koyamasaydı. vermek istediği mesajı veremeyecek miydi? Saygılarımla

    • Hümeyra KAYA

      Saygıdeğer Hocam, öncelikle yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. Kadın konusundaki düşüncelerinize ben de katılıyorum. Elbette kadın ve müzikhol sahneleri bu şekilde olmasaydı çok daha iyi olurdu, olmalıydı. Ama takdir edersiniz ki yazımda da ifade ettiğim gibi dizilerdeki amansız reyting yarışı halkın talebi doğrultusunda arzı gerektiriyor. Mesela sadece eğitim içerikli sahnelerle bu film çekilseydi, mümkün değil bu kadar izleyiciye ulaşamazdı. Filmin dikkat çekmesinin en büyük sebebi bu dans ve dolayısıyla Dilber karakterinin olduğu sahneler değil mi sizce de? Medyaya bakın, üzerinde konuşulan yazılan sahneler de hep görmek istemediğimiz o sahneler. Elbette o sahneleri Yılmaz Erdoğan koymasa diğer mesajların hepsini verebilirdi ama bu kadar çok kişiye ne yazık ki o mesajları gösteremezdi. Keşke olmasaydı! Elbette bu, durumu meşrulaştırmıyor ama dilerim düşündüğümüz bu istekler gerçek olur. Saygılarımla…

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir