… KAPIMIZI ÇALDIĞINDA !

İçinde yaşadığımız yüzyılda, dünya küçüldü, zenginlikler arttı, bilgi ve teknoloji sınırlarını zorlayarak hadsiz hudutsuz gelişti. Hayatımız, daha geniş imkânlarla daha konforlu şartlarda yaşanılır hale geldi.

Lakin yaşanan tüm bu gelişmeler, sosyal hayatımıza açtığı yaraların sızısını derinlere gömerek bizleri uyuştururken biz insanları; birbirini tanımaz, farklı yaşantılara saygı duymaz, ortak değerler etrafında buluşamaz hale getirdi.

Hayat, insanları dış görünüşü itibarıyla süslü, konforlu, şaşalı bu ilizyonun içine çekerek, gerçekte özü boş, sevgiden, saygıdan hürmetten yoksun, insani duygulardan arındırılmış, ruhsuz, mutsuz bir kitleden ibaret canlılar haline dönüştürdü ama fark ettirmeden yaptı bunu bize. Ruhlarımıza sızarak, yavaş yavaş küçük dozlarda zerk ettiği bencillik, egoistlik, hırs, tamahkârlık duygularıyla insani duygularımızı yok etti. Panzehirini de kâinatın derinliklerindeki kara deliğe attı. Artık içinde bulunduğumuz bu renksiz, ruhsuz, anlamsız dünyayı hazmetmiş bir toplum olarak doğrunun bu olduğunu düşünerek yaşar olduk hepimiz.

Evrenin sonsuzluğunda bir gün yeniden bu panzehire rastlamayı beklersek; korkarım, yaşlı dünyamızın bile ömrü vefa etmeyecek bu bekleyişe.

Oysa çok da zor değil çözüm bulmak. Tedavisi olmayan bir hastalık değil aslında bu. Panzehire erişmek için kara deliğe ulaşmaya gerek de yok zaten. Zira derdin dermanı da kendi içinde saklı.

Caddede, sokakta, iş yerlerinde, kurum ve kuruluşlar arasında, dinler arasında, bürokraside, siyasette bilim insanları arasında (…) anlayış, sevgi, saygı, hoşgörü, dürüstlük ile diyalog kurulur, taraflar birbirini tanır, dinleme, anlama nezaketinde bulunursa; insanları temelde birleştiren bu ortak değerlerin neler olduğu tespit edilir ve birlikte hayata geçirilirse, evrenin bir köşesinde ikamet eden, bu nüfusa, insanca bir nizamı ve insanca bir hayatı yaşama imkânı doğabilir belki yeniden.

Hafızamızın bir köşesinde hep tutmamız, unutmamamız gereken husus; değerleri sarsılan toplumlarda bireylerin sağlam, karakterli bir kişilik oluşturamayacaklarıdır.

Ruh sağlığı bozulan bireylerin artması toplumun ruh sağlığını da tehdit altına alacağından; toplumsal bütünleşme ve dayanışma kendiliğinden zayıflayacak; böylece hayat, anlamsız ve değersiz olarak algılanmaya başlayacaktır. Zira değerlerimiz, davranışlarımıza yön veren en önemli unsurdur. Ne için, hangi amaçla yaşadığını bilmeyen ve bulamayan kişilerde huzursuzluk, stres, bıkkınlık, anlam boşluğu ortaya çıkacağı için bu durum,  insanın kendisinden ve çevresinden yabancılaşmasına neden olur. İşte tam da bu noktada başlar insan bencilleşmeye, tamahkârlığa, kendi doğrularını bulmaya, başkalarıyla ilgilenmemeye, onlara saygı göstermemeye…

Ne zamanki kendimizi düşünmek yerine etrafımızı düşünmeye başlar, anlayış, sevgi, saygı hoşgörü, dürüstlük kapımızı çaldığında, sonuna kadar açarsak bu duygulara kapımızı ve bu değerleri misafir etmek yerine, onları ev halkından kabul edebilirsek ama bunu sadece biz değil hepimiz yapabilirsek daha mutlu, daha huzurlu, daha başarılı ve kendisiyle daha barışık bir toplum oluruz.

Dilerim insanlar, unuttukları değerleri bir an önce hatırlar; insanlık insanca yaşamanın onuruna yeniden kavuşur…

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir