KÜBRA

Genellikle önce kitabını okuduğum eserlerin filmlerini izlerim ama bunda öyle olmadı. Filmi izledikten sonra neden bilmem ama kitabı merak ettim. Sanki bir şey eksikti senaryoda. Yazar Afşin Kum’ un tarifindeki ölçeğin dışına çıkılmış gibi… Öyle hissettim. Sonra, film hakkında bu yazıyı yazmadan önce kitabı okumalıyım dedim ve okudum.

Yanılmamıştım!

Sezar’ın hakkı Sezar’a.

Siz de benim gibi “Kitap mı film mi?” sorusuna “Kitap” yanıtını verenlerdenseniz kulübümüze hoş geldiniz! İşte yine beni haklı çıkartan edebiyat uyarlaması bir yapım: KÜBRA.

Filmin yönetmen koltuğunda Taylan Kardeşler var. Kuşkusuz alanlarında adlarından sıkça bahsettiren tanınmış yönetmenlerimizden. Ama bu defa sanki bir şeyler yavan kalmış yönetmelerin dokunuşunda. Kadroda güçlü oyuncular var. Ama lütfen artık her senaryoda Çağatay Ulusoy çıkmasın karşımıza. Beğenmediğimden değil, çok kısa sürede bu kadar çok kimlikle izleyince rolle özdeşleştirmek de zor oluyor. Terzi-Semavi-Gaddar…

“Gerçekten uyarlaması bu kadar zor bir kitap mı?” derseniz onu bilemem ama ben kitaptaki akışı daha çok sevdim. Bu benim fikrim. Emeğin her türlüsüne saygım sonsuz!

Ancak dizide bana geçmeyen, bende boşluk bırakan başka bir şey vardı.

“Peki, o zaman hissettiğin o boşluk neydi?” derseniz, kitabı okuyunca buldum!

Hikâye, aslında son yıllarda pek çok kez rastladığımız bir konuyu anlatıyor. Yazar Afşin Kum, kitabında inanç ve teknoloji arasındaki çatışmayı günümüze çok güzel yansıtmış. İki konu arasındaki git-gellerle kitaptaki merak duygusunu hep yüksek tutmayı başarmış. Oysa film senaryosu, ana karakter Gökhan’ın hikâyesi etrafında tek kanaldan ilerletilmiş. Rahatlıkla iki en fazla üç bölüme sığdırılacak dizinin ilk sezonu sekiz bölüme sakız edilmiş. Hatta fark ettiğim kadarıyla romanda olmayan bazı ayrıntılarla senaryo, mantık çerçevesinde biraz daha zenginleştirilmiş. Kötü olmamış ama “Gerek var mıydı?” O da ayrı bir tartışma konusu.

DİKKAT!

Yazının buradan sonrası dizinin konusuna dair ayrıntı (spoiler) içereceğinden eğer diziyi izlemediyseniz ve izlemeyi düşünüyorsanız diziyi izledikten sonra yazıyı okumaya devam edin derim!

KÜBRA, aslında Orhan Kemal’in toplumcu gerçekçiliğini yansıtan bir çizgide başlayan ama fütüristtik yaklaşımıyla yenidünya düzeni hakkında önümüzdeki bir kapıyı aralamış bir eser. Yazar, yapay zekâ kavramıyla insanlık tarihi boyunca etkisini neredeyse hiç yitirmeyen din kavramını harmanlayıp hayatın anlamını, var oluşu sorgulamış.

Hikâye, Maneviyat X Maddiyat, İnanç X Bilgi, Geçmiş X Gelecek, Yapay Zekâ X İnsan, Yaratan X Yaratılan çatışmaları ile felsefi bir alt metne sahip.

Sosyal medyanın hayatımızı ele geçirdiği günümüz toplumunda, birçoğumuzun içine düştüğü “Ben farklıyım, o yüzden seçilmiş farklı insanlar arasında ben olmalıyım!” egosundan yola çıkan yazar, olayları Türk edebiyatında görmeye çok alışık olmadığımız bir tarzda güzel kaleme almış.

Dizi, oto tamircide çalışan genç bir adamın hayatına dair bilgi edindiğimiz sahnelerle başlıyor. Bu kişi, yani hikâyenin kahramanı Gökhan, namı diğer Semavi “Soul Touch” adlı bir uygulamada Kübra isimli birinden, “Sen farklısın!” diye bir mesaj alıyor. O sırada cep telefonuna gelen mesajı gören kız arkadaşı Merve ile Gökhan’ın diyaloglarına şahit oluyoruz. Olaya sanki DM’den (Direkt mesaj) Kübra isimli bir kızın Gökhan’a kur yaptığı izlenimi verilmeye çalışılırken, işin aslının öyle olmadığını anlıyoruz. Kübra varlığını, gizemli mesajları vasıtasıyla sürdürüyor. Mucizevi bilgiler verdiği hissiyatı oluşturuyor, elini güçlendiriyor. Ve Gökhan’a “Allah benimle iletişime geçti!” dedirtecek seviyeye geliyor. Sonraki gidişat, bana semavi dinlerdeki, insanları hidayete erdirmek, doğru yola sürükleyip çekeceğine inanılan “Mesih ve Mehdi” kavramlarını hatırlatıyor.  Bu arada, Gökhan ve Semavi isimleri de sıradan değil, her iki isim de gökle alakalı.

Gökhan, bu uygulamadan aldığı mesajlar sayesinde yıllardır içinde oluşan boşluğu doldurarak zaman içinde bir tür tarikat lideri konumuna bürünüyor. Evet, peygamber olmadığını söylüyor ama zaman içinde eline geçen manevi gücü çok iyi değerlendiriyor. Ya da öyle olduğunu zannediyor. Allah’tan aldığı inayetle seçilmiş kişi olduğuna önce kendi inanıyor sonra etrafındaki insanları inandırıyor. Filmde saf ve temiz bir insan, inancına bağlı, lider olma vasıflarına haiz ama kendi halinde küçük bir mahallede ailesi ile yaşayan bir kişinin çevre, güç, ayrıcalık hissiyatıyla değişimi, dönüşümünü izlerken din ve toplum, din ve bilim ilişkileri hakkında da izlenimler ediniyoruz.

Bence dizideki en önemli hikâyelerden biri komiserin eşiyle ilgili olandı. Evet, hepimiz sıklıkla tarikatları eleştiriyoruz, tarikatların peşinden koşan insanlara söyleniyoruz ama altındaki sebebe o denli inmiyoruz. Komiserin karısının Semavi’ye gitmesi ve semavi ile diyalogları sonucunda hissettikleri ve kocasının bunu öğrenip eşini sorgulaması ile karısının ona verdiği cevaplar, empati yoksunu toplumlardaki boşlukları, neden bu tarz tarikatların kolayca doldurabildiği hususuna dikkat çekme noktasında güzel tespitler olmuş.

Gökhan, hayatın anlamını arayışı esnasında yaşadığı, ona göre mucize ama günümüz teknolojisinde mucize sayılmayacak bazı olayları ve ulaştığı sonuçları kader ve kaza anlayışıyla özdeşleştiriyor. Karakterin zaman zaman yüksek bir tepedeki bir kulübeye gidip inzivaya çekilmesi peygamberler ve onlara gelen vahiyler ile özdeşleştirilmiş olduğu hissiyatı uyandırdı bende. Farkı: onlara vahyinin geliş şekli ve yeri (mağara) diyebilirim. Bu da yönetmenlerin olayı realist bir yaklaşımla günümüze uyarlaması sayesinde elbet!

Olaylar böyle mistik, lirik bir havada ilerlerken dizinin 8. Bölümünde olayların evrildiği boyutta mesajları kimin gönderdiğini öğreniyoruz. İşte o noktadan sonra işin boyutları değişiyor.

Silikon vadisinden gelen ve bir teknoloji Start up’ı kurmuş olan gençlerle karşılaşıyoruz bu bölümde (Kitapta başlarda okuyoruz bu bilgiyi) ve burada KÜBRA’nın aslında bir yapay zekâ olduğunu öğreniyoruz.

Muhtemelen (romanın dışında bir senaryo gelişmezse!) dizinin ikinci sezonunda bu gençler ve KÜBRA hakkında daha çok şey öğreneceğiz ama buradan sonrasını kitabı okumayanlar ve ikinci sezonu bekleyenlerin merakını kaçırmamak içim anlatmayayım.

Dizideki gereksiz uzatma sahneleri olmasa ana hatlarıyla gerçekten güzel bir yapım diyebilirim. Yeni sezon için dilerim Taylan biraderler buna dikkat ederler ve romandaki tempoya uygun ilerlerler.

 Dijital çağdaki inanç boyutuna, “Allah istediği şekilde kullarıyla irtibata geçer!” mesajını yansıtan dizi, “Eskiden vahiyler farklı yollardan geliyordu ama gelişen teknolojiyi bu seviyeye getiren ve kullarına bu şekilde ulaşmayı tercih eden de Allah!” mesajıyla perçinleyen ve “O ne derse o olur, Ol der ve olur!” görüşüne bağlayan hikâye, dijital çağdaki inanç kavramını da bir nebze modernize etmiş görünüyor.

Ve son olarak bakan sekanslarıyla, din ve siyaset kavramına değinmeyi de ihmal etmeyen dizinin verdiği mesajlar, bu noktada da düşündürücü sentezler içeriyor.

Sonuç olarak Kübra’nın Allah olmadığı, yapay zekâ olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasıyla yapay zekânın kendisini seçme sebebini de Allah’a bağlayan Semavi’deki inanç ve dönüşümün evrildiği noktayı ve nelere mâl olacağını ikinci sezonda hep birlikte göreceğiz.

Şunu bir kez daha anlıyoruz ki insanlar, sürekli peşinden gidebilecekleri bir lider, kendilerini iyi hissettirecek bir şeyler arıyorlar. Birileri yönetici olmak için doğmuşken birileri yönetilmeyi bekliyor. Ve siz ne kadar doğru olanı kanıtlarıyla insanlara sunarsanız sunun, insanlar görmek, duymak ve inanmak istedikleri şeylere istedikleri gibi inanıyorlar. Gerçeklerin gözü, teknoloji çağında bile kör kalabiliyor!

Sağlıcakla kalın!

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir