NAMAZ ZAMANI NAMAZ, HORAN ZAMANI HORAN…

 

Biz, Türk milleti olarak bir türlü zamanı doğru kullanmayı öğrenemedik. ( Kullanan azınlığı tenzih ederek…) Oysa tekrar kazanılamayan tek servettir zaman.  Bu sebeple biz ve bizim gibiler için günümüzün moda tabiriyle “zamanı doğru yönetmek”  diye bir kavram gelişmiştir dünyada.

Nedense, plan yapmayı başaramıyoruz. Bodoslama dalıyoruz güne, sonra akşam elde ne varsa onunla yetinmeyi marifet sayıyoruz. Bırakın hayatımızı planlamayı daha bir günümüzü planlamaktan imtina ediyoruz. Şükretmek ve şükürcü olmakla; azmetmek ve azimli olmak arasındaki ince çizgiyi göremiyoruz belki de.

“Yâ Allah, bismillah!” deyip başlıyoruz güne, sonra “ bana 24 saat yetmiyor!” diye bir serzenişle tamamlıyoruz günü. Ve ardından “Türk gibi başlamak” sözü doğuyor dünya literatüründe ama ne yazık ki devamı “Türk gibi bitirmek” olamıyor.

Oysa düşününce; Einstein da aynı 24 saatleri yaşadı hayatı boyunca, Louis Pasteur de, Mimar Sinan da, Yaşar Kemal de, Aziz Sencer de… Peki heybesine onca başarılı işleri koyan bu kişilere 24 saat yetmiş olduğu halde neden bize yetmiyor diye düşündünüz mü hiç?…

Ben düşündüm…

Karadeniz’de bir söz vardır belki sizler de duymuşsunuzdur “ Namaz zamanı namaz, horan zamanı horan.” diye.  Aslında atalarımızın, çok uzun zaman önce, bizim bugün kibarlaştırıp “zamanı doğru yönetmek” diye adlandırdığımız şeyin açık ve net ifadesidir bu söz. Her şeyi zamanı gelince gerektiği gibi yapmak… Biz bunu yapamıyoruz ne yazık ki.

Çalışırken, yapmamız gereken asıl işin arasında gücümüzü, enerjimizi bölen başka işleri de sıkıştırıyoruz mesela. Bunu yaparken farkında olmadan çalışma süremizi uzattığımız gibi, çalışma kalitemizi de düşürüyoruz. Böylece ne o iş ne de araya sıkışan diğer işler olması gerektiği gibi yapılamadığından bir sonraki güne uzayıveriyor bir avazda.

Çalışırken dinlenmeye, dinlenirken çalışmaya çalışıyoruz tabiri caizse. Mesela okulların yarıyıl tatiline gireceği şu günlerde, tatilde çocuklarımıza “Ders çalışın!” diye baskı yapıyor, okul zamanı bilgisayarda oyun oynamalarına, televizyonda film izlemelerine göz yumuyoruz. – Bu ne yaman çelişki!!!-

Oysa adı üstünde; bu, tatil! Çocuk tatilde dinlenmeli. Kitap okumalı, müzik dinlemeli, arkadaşlarıyla buluşup oynamalı, sohbet etmeli… Deşarj olmalı ki okul zili yeniden çaldığında dolu bir enerjiyle başlayabilsin ikinci eğitim-öğretim dönemine. Ancak bu şekilde başlayabilirse verimli ve kaliteli bir öğrenme süreci yaşayabilir çünkü 2. dönem.

İşte biz hatayı bu noktada yapıyoruz. Neyi ne zaman yapmamız gerektiğini bilemiyoruz, bilsek de kurgulayamıyoruz. Dolayısıyla çocuklarımıza öğretemiyoruz. Doğru örnek olamıyoruz.

Bugünün işini yarına bırakıyor, sonra başımıza gelenler yüzünden, bugünün işini yarına bırakan kurbanlar listesine adımızı yazdırıyoruz. Bugünün işini yarına bırakmanın, ihmalkârların ve başarısız insanların sığındığı bir liman olduğunu göremiyor ya da görmezden geliyoruz.

Şimdi oturun ve gözlerinizi kapatın. Geçmişte harcadığınız, ziyan ettiğiniz zamanları düşünün. Nerde hata yaptığınızı belirleyin ve şu andan itibaren aynı hataları yapmamak için çaba harcayın.

Mesela izlediğiniz televizyon programlarını düşünün. Bütün günü ekran karşısında geçirip size dayatılan tüm programları izlemekten vaz geçerek başlayın işe. İzleyeceğiniz programlara siz karar verin.

Sonra okumakta geciktiğiniz önemli kitapları listeleyin. Okumak için boş zaman beklemeyin, zaman ayırın. Çünkü “boş zaman” diye bir şey yoktur. Zamanı doldurup boşaltmak sizin elinizde… Toplu taşıma araçları kullanın mesela. Emin olun, yol boyunca ne kadar çok okuyabildiğinizi fark edince siz de şaşıracaksınız.

Gün içinde bedenen ve zihnen yapacağınız faaliyetleri sıralayın. Biri sizi yorunca diğerine geçin. Böylece beynimiz her seferinde başka bir merkezini kullanacağı için yorulan kısımlar dinlenirken diğer bölümler çalışacaktır.

Biraz gecelerinizden çalın mesela. Ya da sabahlarınızdan…  Her gün 30 dakika daha geç yatmak ya da erken kalkmak sene de 7,5 gün demekmiş. Bir düşünsenize bir ömür de ne kadar kâr edebilirsiniz?

Uzun sözün kısası; planlı bir hayat, insanın, ömrünü azamî şekilde verimli kılması manasına gelir.

Medeniyetlerin gelişmesi üzerinde çalışan sosyologlar, kalkınmış, ileri seviyedeki milletler ile geri kalmış milletler arasındaki en dikkat çeken farklardan birinin de zaman anlayışları olduğunu tespit etmiştir.

Yani zamanımızı doğru kullanmamız sadece kendimizi değil, koca bir millet olarak hepimizi yakından ilgilendiriyor. O halde bu konuyu, vatanımıza ve milletimize bir görev bilinci ile de düşünerek değerlendirmek şu andan itibaren hepimizin boyun borcu…

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir