NOTRE DAME
Sıcak bir Eylül günüydü Notre Dame’la karşılaşmamız.
Güneşli bir gün olmasına karşın, ardında bıraktığı yaklaşık 850 yıllık mazisi, hakkında yazılanlar, içinde yaşananlar, bildiklerimiz ve bilmediklerimizle gizemini koruyan muhteşem bir Ortaçağ mirasıyla yüzleşiyor, tarihin sisli odalarında dolaşıyordum sanki.
Yakından görünce, hayranlığınızın arttığı, yaklaşık 200 yıl süren yapım aşamasına rağmen sizi “O çağda bunca şey nasıl da böyle incelikli yapılabilmiş?” diye düşündüren bir abide. Hem Fransa tarihinin sembolü, hem de Paris’in siluetinin vazgeçilmez bir parçası olarak nitelendirilen yapı, bu nedenle “Paris’in kalbi” olarak da anılıyordu.
Tarih, oldum olası ilgimi çekmiştir. Bulunduğum yerlerde daha önce kimlerin var olduğunu ve nelerin yaşandığını sık sık düşlerim. Yaşanmış her öykü, yaşanabilecek her yeni hikâyenin yazgısına katık olur derim. İnsanların başarmış oldukları, yeni başarılar için umut; çektikleri acılar, yaşamış oldukları hezimetler ders mahiyetindedir benim için. Bu yüzden ayırt etmeksizin Türk ve dünya tarihine dair gördüğüm her şeyi okumaya çalışır, anlatılanları can kulağı ile dinlerim. Zira tarihten alacağım dersin zilliyetinden çok mahiyetidir benim için önemli olan.
Bu hafta, ne yazık ki tarihi bir kültür mirasının yanışına tanıklık ettik ekranlarımızdan. Tüm dünyada, mimarlık ve sanat tarihi derslerinde örnek gösterilen, yalnızca birkaç gotik dönem eser örneğinden biriydi alevlere teslim olan. Hatta ilk gotik katedral olduğu söyleniyor. Fransızların sembolü, Hristiyanların kutsalı, Katoliklerin mabedi olabilir ama sonuç olarak dünya tarihine mal olmuş değerli mirastı o.
Okumuş olanlar; çirkin, aksak, kambur, engelli ama iyi kalpli Zangoç Quasimodo’nun güzeller güzeli çingene kızı Esmeralda’ya olan aşkına tanıklık ettikleri bir mabedin yanışını, Victor Hugo’nun gözünden, üzüntüyle izlediler. Sanata, tarihe ve edebiyata ilgi duymayanlar her yıl yaklaşık 14 milyon ziyaretçiyi ağırlayan turistik bir mekânın kaybına eseflendiler, Katolikler ilahi duygularıyla (Notre dame, Fransızca’da “our lady” (hanımefendimiz) anlamına gelen ismiyle, Meryem Ana’ya atıfta bulunduğu için) hüzünlendiler ama mutlu olanların neden sevindiğini anlamlandırmakta zorlandım doğrusu! Sosyal medya üzerinde oluşturulan hırs, intikam söylemleri ile “Oh olsun!” diyenler, neyin intikamını kimden aldılar? Katedral yanınca ellerine ne geçti bilemedim.
Oysa bana göre tarihi mirasların yok oluşu, insanların, insanlık tarihinden silinen ayak izleri gibidir. Hiçbir şeyin bedeli, faturası ve karşılığı olmamalıdır. Hataların bedelini hatayı yapanlar ödemelidir, binaların yanması, sanat eserlerinin yok olması bir bedel olarak görülmemelidir. Böyle bir şey ancak bir acziyet belirtisidir. Başka türlü tanımlayamıyorum.
Dilerim, bu değerli yapı orijinaline sadık kalınarak restore edilip insanların tarihe tanıklık etmesine yeniden imkân tanımaya devam eder. Ve dilerim, sanata, sanatçıya ve tarihe gereken değer verilebilir.
Sanatın, dini, dili ve ırkı olmadığının daha iyi algılandığı yarınlara…