ÖĞRETMEN
“Ve karanlıkla mücadele edecek meşalelerimizi ellerimizden bırakmak bize yakışmaz…”
Dil ve Edebiyat öğretmenlerimle aram hep iyi olmuştur. Hem edebiyata hem yazı yazmaya hem de farklı dilleri, kültürleri tanımaya olan merakımdan olsa gerek.
Lisede istemediğim halde matematik bölümü okusam da (O yıllarda, notları yüksek öğrenciler sayısal bölümlere devam etmek zorunda bırakılırdı.) üniversite sınavında tercihlerim hep sözel bölümlerden yana olmuştu.
Sınav sonuçlarımız açıklandığında çok mutluydum. Sevdiğim bir alanda eğitim almaya hak kazanmıştım. Edebiyat öğretmenim “Hangi bölümü kazandın?” diye sorduğunda nasıl gururla “Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği” dediğimi hiç unutmam. Ama asıl, öğretmenimin verdiği cevap aklımdan hiç çıkmaz:
“Başka kazanacak bölüm mü yoktu!”
Ve ardından hissettiğim hayal kırıklığı…
O zamanlar öğretmenimin ne demek istediğini pek anlayamamış, kazandığım bölümü küçümsediğini düşünerek çok üzülmüştüm. Ama mesleğime büyük bir hevesle başladıktan sonra, zaman içinde onu daha iyi anladım. Mesele onun, mesleğini, öğrencilerini sevmemesi, küçümsemesi ile ilgili değildi. Mesele, “öğretmenin, eğitimin” toplum içinde hak ettiği değeri görememesi ile alakalıydı.
Öğretmenlik, Başöğretmenimiz M. Kemal Atatürk’ün cumhuriyetin ilanından hemen sonra ülkemizde gerçekleştirdiği eğitim seferberliği ile maddi, manevi değer gören, önünde yaka iliklenip saygı duyulan bir meslek olmuş ve tabiri caizse mesleğimiz o yıllarda altın dönemini yaşamıştı.
Ancak yıllar ne yazık ki bizleri, eğitimin öğretimin değerini bilen yöneticilerden uzaklaştırırken, eğitim ve öğretimden yoksun kalan halkımızı da gün geçtikçe cahillikle sınamaya başladı.
Artık öğretmen maaşlarının milletvekili maaşlarıyla orantılı olması gerektiği düşüncesine haiz yöneticiler de yoktu, bu düşüncenin altında yatan derin anlamı kavrayacak insanlar da!
Zaman, toplumda ne öğretmenlik mesleğinin ne de mesleği icra edenlerin değerinin bilinmediği yıllara evrilirken; toplum, tıpkı deli olduğunu bilmeyen deliler gibi, cahilleştiğini bilmeyen cahillerle dolmaya başladı.
Bizler böyle bir zamanın içine düşerek başladığımız meslek hayatımızda “Olsun, ne olursa olsun!” diyerek özveriyle, mesleğimizi ve öğrencilerimizi çok severek devam ettik çıktığımız yolculuğa. Zira öğretmenlik, meslekten öte, bir yaşam biçimiydi bizim için. Ve karanlıkla mücadele edecek meşalelerimizi ellerimizden bırakmak bize yakışmazdı.
Hiç dikkat ettiniz mi bilmem ama bizim mesleğimizde evden çıkarken “İşe gidiyorum!” denmez, “okula gidiyorum!” denilir. Zira biz öğretmenler, okulu sadece para kazandığımız bir iş yeri gibi görmeyiz. Çünkü o bilindik çocuk şarkısındaki “Okul bizim yuvamız, yaşasın okulumuz…” sözleri gerçekliğini hep korur bizim için. Öğrencilerimiz, ailemizin birer parçası, kendi çocuklarımız gibidir hep.
En haylaz öğrencimize kızarken bile (ne kadar kızarsak kızalım) her daim bir anne bir baba şefkatiyle kucaklamaya devam ederiz biz. Onu, haylazlıklarından arındırıp hayata daha iyi hazırlayabilmek, topluma faydalı bir birey olarak yetiştirebilmek için sabırla, itinayla elimizden geleni yapmaya gayret ederiz her zaman. (Ha bu arada her meslekte olduğu gibi: istisnalar kaideyi bozmaz!)
Bir öğretmen, sınıfındaki öğrencilerin hayatına dokunan önemli bir rol modeldir; öğrencilerinin düşünce dünyasını şekillendirir, meraklarını besler ve yeteneklerini ortaya çıkarmalarına yardımcı olur. Görevi, sadece bilgi aktarmak değildir öğretmenin, aynı zamanda genç zihinlere doğru değerleri, etik prensipleri aşılayarak, bilinçli toplumlar oluşturup onları bir arada tutma fikrini besler öğretmen. Ahlaklı olmak, vicdan sahibi olmak, dürüst ve erdemli olmak gibi daha birçok temel değeri öğrencilerinin yüreğine yerleştirmek gibi sorumlulukları da vardır öğretmenlerin.
Eğitim, bireyin sadece bilgi kazanması değil, aynı zamanda karakter geliştirmesi, sorumluluk duygusu edinmesi ve sosyal beceriler kazanması sürecidir. Bir toplumun ilerlemesi, eğitim seviyesiyle doğru orantılıdır. İyi bir eğitim sistemi, genç nesilleri sadece mesleki anlamda değil, aynı zamanda insan olarak da donanımlı kılar. Bu noktada verilecek bu eğitimlerin kılavuzu öğretmenin önemi çok iyi anlaşılmalıdır.
Öğretmen, sadece ders kitaplarını anlatan bir figür değil, aynı zamanda öğrencilerine hayatı anlamaları için rehberlik eden bir liderdir. Empati, sabır ve öğrencilerle kurulan güçlü iletişim, bir öğretmenin en güçlü yanını ortaya çıkartır. Bu yüzden öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına gösterdiği duyarlılık, öğrencilerinin potansiyellerini en üst düzeye çıkarma gayesi tahmin edilemeyecek kadar değerlidir.
Eğitim sadece bireysel gelişim için değil, aynı zamanda toplumsal kalkınma için de hayati bir öneme sahiptir. İyi bir eğitim almış bireyler, toplumlarını daha bilinçli, daha etik ve daha sorumlu bir şekilde yönlendirebilirler. Bu nedenle, öğretmenlik mesleği sadece bireyleri değil, aynı zamanda tüm bir toplumu şekillendiren kutsal bir ışıktır.
Sonuç olarak, geleceğin liderlerini, bilim insanlarını, sanatçılarını düşünürlerini ve sporcularını yetiştiren onurlu bir görevdir öğretmenlik. Bu yüzden her bir öğretmen, bir fidanın büyümesine rehberlik eden bir bahçıvan gibidir.
Unutulmamalıdır ki bir öğretmenin özenli ellerinde yeşeren her fidan, aydınlık bir geleceğin habercisidir. Bu nedenle, öğretmenler, toplumların ilerlemesinde ve aydınlık yarınların inşasında o milletlerin temel taşları olmalıdır. Bu nedenle öğretmene ve eğitime daha çok önem vermeli, bu nedenle öğretmenleri daha donanımlı, çağdaş, aydın bireyler olarak yetiştirmeli, bu nedenle mesleğe hak ettiği değer verilmelidir.
Daha iyi bir gelecek, daha müreffeh bir ülke için; yoz fikirlerin yeşermesine engel olacak eğitim neferlerine hak ettiği değeri vererek onların yollarını açmalıyız!
Bu vesileyle Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı, rahmet, minnet ve özlemle yâd ediyor, aydınlık yarınların mimarı kıymetli öğretmenlerimin ve değerli meslektaşlarımın 24 Kasım Öğretmenler Gününü yürekten tebrik ediyorum.
Ebediyete intikal etmiş ve meslek şehidi olmuş tüm öğretmenlerimize rahmet diliyorum…
Nicelerine…