POPÜLARİTENİN PEŞİNDE!

AYARSIZ, Mart 2017

Bugün, edebî profesyonelleşmenin temelinde artık sadece yazarın kaleminin gücü yeterli bir etken değil ne yazık ki. Yayınevlerinin izlediği politikalar, güçlü imaj danışmanları, reklam ve pazarlama departmanlarının hummalı çalışanları, içerik editörleri vb. onlarca kişi, bir eserin görücüye çıkarılması aşamasında yazara güçlü bir alt yapı hizmeti sunmakla mükellef. Bu çalışanlar, en az yazar kadar sorumlu, eserin raflarda başını dik tutacak bir yer bulabilmesinden. Aksi takdirde en nitelikli eser bile yazarın ölü doğum yapmasına sebep oluyor.

Şüphesiz, günümüzde eli kalem tutan her yazarın, biraz toplumcu gerçekçiliğin kurallarına riayet etmesi gerek. Yani sadece ideolojik değil, ticari kaygıların da yazarın estetik zevkini şekillendirmede önemli kıstasları arasında yer almasından bahsediyorum. Çünkü çoksatar olmak kaygısı bir yazarı tetikleyen en önemli unsurlardan biridir.

Çoksatar romanların, neden çok sattığı, yıllardır gizemini hep korudu, sanırım korumaya da devam edecek…

Aşikâr olan bir şey varsa, o da çoksatar bir kitabı herkesin aldığı. Bizim bildiğimiz ya da bilmediğimiz farklı farklı nedenleri vardır bunun. Kimi çok okunan bir kitabı okuyarak kendi kültürel seviyesini ölçmek amacındadır kimi ne kadar entelektüel olduğunu ispat etmek gayretinde… Sebebi her ne olursa olsun, kitap rafa girdiği andan itibaren, algılara iyi hitap edebilen güçlü yayınevlerinin güçlü kadrolarının ve onların desteklediği eleştirmen kadrolarının dayanışması, kitabı bir anda çok satanlarda bir numaraya taşır.

Bu esnada edebiyat dünyasında oluşan algı ise: “Satan iyidir, satmayan kötü !!!…”

Peki ama Monika Lewinsky’nin anılarının, Marcel Proust’un eserlerinden çok daha fazla basılıp satıldığı edebiyat dünyasında, bu “iyi ve kötü”yü nasıl kritize edip değerlendirmemiz gerekir?

Artık önemli olan, dünyaya önemli hizmet veren bir bilim adamının ya da sosyal bilimcinin hayat hikâyesi ya da edebî bir kaygıyla yazılmış bir roman değil, önemli olan; sıradan hayatların, sıradan ifadelerle, sıradan kişilerce anlatılmasıdır. Basit bir şekilde edebîleştirilmeye çalışılmış ucuz bir gerçeklik, piyasa gerçekliği adı altında popüler kültürün metaları arasında okurlara servis edilerek “iyi” vasfıyla kabul ettirilmektedir. -Bu durum Milan Kundera’nın “Bir gün herkes yazacak ama kimse dinlemeyecek.” sözünü hatırlattı nedense bana.-

Okuduğum bir kitapta “Başarılı bir kitap önerisi, aslında başarılı bir dedikodudur.” diyordu. Ve yazar, yazısının devamında; pek çok popüler kitabın aslında ustaca yapılan abartılı bir dedikodudan ibaret olduğunu savunuyordu.

Artık birçoğumuzun malumu: Günümüz insanı edebî eserden ziyada popüler eserin peşinde! Hani o, bir çırpıda okunup tüketilenlerin…

Oysa edebî eser farklı. Edebî eser, okurken düşündüren, sorgulayan ve sorgulatan eserdir. Kitabı bitirip, kapağını kapattıktan sonra bile sizde iz bırakmış olan. Yoksa hâlâ yıllar öncesinde yazılmış olan Karamazof Kardeşleri, Suç ve Ceza’yı ya da Sefiller’i hâlâ okuyor olur muyduk?

Klasikler büyüsünü, günümüz popülaritesinde parlatılmış imitasyon eserlere bırakırken bu uğurda mücadele veren ve vermeye devam edecek olan aktörler de en parlak eseri oluşturma yarışında saf tutmaya devam edecek hiç şüphesiz.

Peki, çoksatar olmakla popülerlik arasındaki korelasyon at başı ilerlerken,  edebî ve estetik edebiyatla haşır  neşir olanlar, neden sürekli “edebiyat, estetik ve popülerlik” kavramlarının  muhasebesindedir o zaman?

Her şeyin piyasanın talebine göre arz edildiği bir sektörde; kaliteli, kalıcı edebî ürünlerin kaybolacağı ve kapitalist sistemin hüküm sürdüğü bir dünyada, gerçek edebî ürünlerin yok olacağı kaygısından olsa gerek.

Edebiyatın, estetik zevkle bütünleşerek en ince nakışlarla işlendiği bir seviyedeyken hızla irtifa kaybeden, gittikçe sınırları daralan dokusunu düşünmek, hatırı sayılır bir korkudur elbet edebiyatseverler için.

Eğer işlevsel dil, yazınsal dilin yerine geçiriliyor, popüler edebiyat gerçek edebiyat olarak sunuluyorsa bunun arkasında bulunan büyük endüstriyel gücü tabii ki yok sayamayız. Lakin bu büyük endüstrinin arkasına sığınıp popüler romanla edebiyatın geniş kitlelere ulaştırıldığını savunanlara Adorno’ nun bir sözünü hatırlatmak isterim “ Dayandığı toplumsal önkoşullar nedeniyle ciddi sanatın gözden kaçırdığı hakikat, hafif sanata nesnel bir hak görüntüsü kazandırır.”

Dolayısıyla dışarıdan bakıldığında, yayıncılık sektörünün, gün geçtikçe büyüyen ve popüler edebiyatı daha da hâkim kılan bir piyasayı desteklemesi karşısında, sanırım edebiyatseverler endişe etmekte pek haksız da sayılmazlar.

Peki o halde, kaliteli okuma kültürüne, ciddi bir savaş açan popülerlik, geçmişin şimdinin ve geleceğin diline ‘bilinçli’ bir şekilde saldırmıyor mu sizce de?

Aslında belli bir yaşa gelmiş ve kendince ya da aldığı eğitimle belli bir okuma kültüründen geçmiş okurun bu saldırıya itibar ettiğini pek söyleyemesem de; genç nüfusun, edebiyatın estetik dilini kaybetme yolunda hızla ilerlediğini, söyleyebilirim. Bu da göz ardı edilmemesi gereken önemli bir sorundur aslında.

Ancak benim hâlâ umudum var. Sanal dünyanın kapılarını sonuna kadar aralayan gerçek edebiyat okuru da artık boş durmuyor çünkü. Gelişen ve değişen beğenilere sahip yeni bir okur – yazar kitlesi oluşuyor.

Artık yalnızca okumakla yetinmeyen bu yeni okur tipi, okuduklarını kendi internet sayfasında ya da sosyal medya ortamında eleştiriyor; yeriyor/öneriyor. Kitap okuma, değiş tokuş, çekiliş grupları, yazarlık atölyeleri ve her türden edebiyat etkinlikleri, geçmişte olmadığı kadar rağbet görüyor bugün.

Popüler edebiyatın sığ bunaltısından kaçan gerçek edebiyat okurları, kendilerine yeni yeni alanlar oluşturuyorlar ve bu sayede hakiki edebiyatın, nefes almasına ve ayakta kalmasına imkân tanıyorlar.

Tüm bu çelişkilerin içinde bazen ben de kendime sormuyor değilim “Peki ya ben neredeyim?” diye.

Tüm ruhumla gerçek edebiyatı, sanatı, estetiği destekliyor olmakla birlikte başında da dediğim gibi toplumcu gerçeklikle sık sık yüzleştiğim realitesini de hep hafızamda saklayarak:

“Sanırım halet-i ruhiyem biraz AYAYRSIZ kalıyor.” diyorum.  “Çünkü galiba bu sorunun cevabı hususunda; hem biraz içerdeyim hem de biraz dışarda…”

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir