SIR

Saydam bir camın arkasına sır denilen çok ince metal bir tabakanın sürülmesinden oluşur ayna. Yani sır, bazı maddelere parlaklık verirken aynı zamanda onları dış etkilerden de korur, o maddenin dışarı sızmasını önler.

Bir nesne parlaklığını yitirdiğinde , “sırrı dökülmüş” olur. Aynanın sırrı dökülürse, kendimizi aynada seyredemeyiz. Sır olmazsa, ayna da olmaz. Ayna olmazsa, biz kendimizi görebilir miyiz?

Sır, hayatımızdaki gerçeklere erebilmemizi sağlayan dört başı mamur bir gerçekliktir. Tıpkı Mevlana’nın Mesnevi’sinde anlatıldığı gibi; “adamın biri yolda bir ayna bulur. Çirkindir, aynaya bakınca kendini görür ve çok çirkin olduğunu anlar. Sonunda aynayı tekrar yere atar ve şöyle der: Boşuna değil sahibin seni atmış, terk etmiş.”

Aslında tıpkı bu örnekte olduğu gibi;  sır, kişinin gerçeklerle yüzleşmesidir. Zira aynanın sırrına erebilmiş bir insan, o sırra kadem basmış olur. Ruhun ete kemiğe bürünmesi gibi somutlaştırır kişinin tüm iç âlemini. Aslında her şeyin bir hiçlikte var olduğunu anlamaktır belki de bu sırra ermek.

İşte o sırra erenler, sırlarını fâş etmezler (faş: ortaya çıkarmak). Hayat, tüm acımasızlığı ile zorlasa da onları, bu imtihanda sırların dökülmesinin bir yok oluş, bir kayboluş olacağını bilirler çünkü.

Bu dünyanın gelip geçici olduğunu düşündüklerinde; yüzlerine, hırslarının çirkinliğinin küçücük de olsa zerreler halinde yansıyacağını anlarlar böylece. İç dünyalarının güzelliğinin ve ruh dinginliğinin yüzlerine yansıdığını hissettiklerinde ise, aynalar ile ruhları arasında oluşan hakikati görerek, ebediyen huzura kavuşacaklardır çünkü.

Yunan mitolojisinde Narkissos adıyla sözü edilen, adını narsizme, narkoza ve bir çiçeğe vermiş olan Narsis (ya da Narkissos)’i duymuşsunuzdur.

Hikâyede Narsis, ırmak ilahı Kephissos ile arındırıcı suların bekçi perisi Liriope’nin oğlu olarak doğar. Bir kâhin, ebeveynine Narsis’in dünyada, kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını söyler.

Narsis bir gün bir su birikintisine dökülen bir kaynağın yanına gelir ve su birikintisine doğru eğilerek oradaki sudan içmek ister. Doğal olarak, bu sırada, suya yansıyan yüzünü görür. Kendi yüzünü görünce önce şaşkınlığa düşer, sonra kendini hayranlıkla seyre dalar ve kendisine âşık olur.

Bu seyirden kendisini bir türlü alamayan Narsis gitgide hissizleşir ve kâhinin dediği gerçekleşir, Narsis dünya yaşamına gözlerini yumar ve bulunduğu yere kök salarak açılmış bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçek, güneş gibi, sarı göbekli, beyaz yapraklı, çevresine güzel kokular yayan nergis çiçeğidir. Ölümünden sonra Styx nehrinin sularına katılır.

Bu öyküde Narsis’in suda kendisini görmesi ve kendisine âşık olması, önceden dışarıda aradığı en büyük sırrın, hâkimiyet asasının, bilgelik anahtarının kendi içinde olduğunu fark etmesini, keşfetmesini;

Narsis’in gitgide hissizleşmesi ve dünya yaşamına gözlerini kapamasında, dünyasal isteklerden tümüyle uzaklaşması, başka insanların önem verdiği dünyasal, maddi değerlerin kendisi için artık hiçbir şey ifade etmemesini simgeler.

Ölen çiçeğin ırmağa katılmasında ise, spritüal tesirin kaynağı ile özdeş olması anlamında bir simgedir.

Aslında kişinin benliğini, kişiliğini gösteren hakikat de ayna ile sır ilişkisinde gizlidir. Bu çok bilinmeyen özelliği, gerçekler kalbe yansıdığında anlarız çoğu zaman. İşte çabaların sonuç verdiği, her şeyi anladığımız vakittir o vakit…

 

 

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir