SİZ HANGİSİSİNİZ?
Artık acılar ülkesinin, melankolik insanları olduğumuza iyice kanaat getirdim. Zaten yapımız gereği aşırı santimantal olan halkımız, neye, ne kadar, ne zaman ve nerede tepki göstereceğini şaşırmış durumda. Üstelik yaşanan onca olay ve üzerinde ileri geri konuşmaya hazır ve hatta konuşan bunca insan ve onlara imkân tanıyan çok geniş sanal ya da reel ortamlar da varken…
Ama aranan, beklenen ve arzu edilen hep aynı şeyler: Adalet, insanlık, vicdan!…
Malum, vukuatsız günü olmayan bir ülkeyiz… Gün geçmiyor ki bizleri şaşkına çeviren bir olay yaşanmamış olsun. Şüphesiz farklı insanların bir arada yaşadığı kozmopolit yapımız gereği insanlar arasında mutlaka fikir ayrıklıkları olacaktır. Sorunlar da olacaktır ama mesele, sorunların hangi boyutta yaşandığı ve üretilen çözümler… Ve tabii bulunan çözümlerin adil ve insancıl olup olmadığı…
Çok değil daha bir sene evvel, bir babanın tecavüze uğrayan kızı için, 9 günde salıverilen akraba yakınını tutuklatabilmek üzere başlattığı ve 62 bin kişinin imzasıyla sonuçlanan “Kızım için adalet arıyorum!” kampanyası vardı. 16 yaşında tecavüze uğrayan bu gencin de hatalarının olduğu, isteği dâhilinde bu işin gerçekleşmesi noktasından hareketle hâkim salıvermişti suçluyu…
Hatta bir süre önce benzeri durumlar için, tecavüze uğrayanın suçlu olduğunu savunan yetkililer bile çıkmış, ortalıkta yorumlar yapıp durmuştu…
Düşünsenize adalet için imza toplama gereği duyan bir vatandaş var bu ülkede!… Halbuki adalet zaten var olması gereken bir şey değil mi sosyal bir devlette?
Bir sene uzak derseniz, önceki gün sadece adliyelerde sekiz kişi öldürüldüğünü hatırlatmak isterim… Evet, evet güvenliğin en hat safhada olması gereken yer olan adliyelerde… Eşinden boşanan bir kadın ve onu korumakla görevlendirilmiş bir emniyet mensubumuz; silahıyla elini kolunu sallayarak adliyeye giren bir katil tarafından insanların gözleri önünde öldürüldü… Ve aynı gün farklı illerin adliyelerinde 6 kadın daha…
Sonra üç polisimiz şehit oldu… 9 Mart gecesi, göreve giden çevik kuvvet otobüsünün devrilmesi sonucu 3 polisimiz şehit oldu ve hatta 22 polisimiz de yaralandı.
Dün gece bir polisimiz daha etkilendiği biber gazı nedeniyle şehit oldu…
Ve dün, gençliğine daha yeni adım atacakken çocukluğu ve gençliği arasında sıkışıp kalan bedeniyle körpecik bir yavru toprağa verildi…
Evet, ölüm hayatın bir gerçeği belki… Ama bilmem farkında mısınız, eceliyle ölen insan kalmadı neredeyse…
Ölüm üzerinden oyunlar oynanıyor, siyaset yapılıyor, insanların duyguları istismar ediliyor artık… Birileri suç işliyor, birileri acı çekiyor ve bu acılar malzeme ediliyor acımasız hayatların içine serpiştiriliyor. Çok ayıp!.. Eğer ‘ayıp’ kavramı hala hükmünü yitirmediyse bu ülkede ÇOK AYIP!…
Utanmalıyız, utanmalısınız, utanmalılar…. Şu yaşanılan olaylar karşısında insanların siyasi görüşler ardına sığınıp, insanlık namına yaptıkları karşılıklı konuşmaları, yorumları ben okurken utanıyorum, tüylerim diken diken oluyor, nefesim kesiliyor… Ölüm üzerinden, acı üzerinden siyaset mi olur?… Her kim yapıyorsa çok ayıp!.. Ve de çok günah!…
Bir çocuğun, yaşı kaç olursa olsun bir insanın ölümüne… Gencecik bir kız evladının uğradığı tecavüze… Bir polisimizin şehit olmasına… üzülmedim diyebilen AMA’larla mazeretler üretip farklı anlamlar yüklemeye çalışanların oturup bir vicdan muhasebesi yapması gerek. İnsanlıklarını sorgulamaları gerek zannımca!…
Bir ülkede; acı, hastalık, ölüm, keder kısacası insani duygular üzerinden rantlar sağlanmaya başlandıysa gerçekten orada ‘tehlike var’ demektir. Hele de bu ülke bizim gibi bir dini, sosyo-kültürel yapıda gelenek ve göreneklerine bağlı bir ülkeyse;o zaman sözün bittiği yerdeyiz …
Son olarak Tolstoy’un bir sözünü hatırlatmak istiyorum: “Bir insan, acı duyabiliyorsa canlıdır. Bir insan, başkasının acısını duyabiliyorsa insandır.” Şimdi önemli olan, siz hangisisiniz?