SOLGUN,SARI SONBAHARIN MATEMİNDE DÜŞÜNÜN!
Aramızdan ayrılışının 76 yıl sonrasında bile SENİ SENİN SÖYLEDİKLERİNLE ANLATMAK belki de en doğrusu Ata’m…
Binlerce, milyonlarca sözcüğü art arda sıralasak ATATÜRK’ü anlamak ve anlatmak noktasında tuzsuz yemek, şekersiz çay, yetim bir çocuk gibi boynu bükük kalır kelimelerin…
Atatürk’ü anlamak, tıpkı onun kendi sözlerinde ifade ettiği gibi “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu kâfidir .” sözlerinde gizlidir belki de.
“Ben sizlerden biriyim” .
“Beni övme sözlerini bırakın, gelecek için neler yapacağız onlardan bahsediniz.” diyen eşsiz bir şahsiyeti anlamak ve anlatmak noktasında, herkes bir şeyler yazıp söylerken üzerinde gerçekten ne kadar düşünüldüğünü ise merak etmiyor değilim.
“Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz.” diyen Ata’nın evlatları bugün bu fikrin ne kadarını anlayabilmiş onu da bilemiyorum.
Ata’sı “Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil, ahlakta, fazilette ağır, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller yetiştirmektir. Milletin membaı, hayat-ı içtimaiyenin esası olan kadın, ancak faziletkâr olursa vazifesini ifa edebilir. Herhalde kadın çok yüksek olmalıdır. Burada Fikret merhumun cümlece malum olan bir sözünü hatırlatırım: ‘Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.” ve “Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hatta erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar.” diyen bir milletin, kadına hak ettiği değeri vermek yerine, kadın cinayetlerinde üçüncü dünya ülkelerinin saflarında yarışıyor olmanın utancıyla yarın Atası’nın huzurunda nasıl başını yerden kaldırabilir onu hiç tasavvur edemiyorum.
Gençliğe en büyük emanetini teslim eden onlara sonsuz güvenen “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyen Ata’sının yüzünü ilimde, sanatta, sporda, fende ve daha nicelerinde, damarlarından dolaşan kanı dünya kulvarlarında yarışmayıp, birbiriyle mücadele ederek ziyan eden gençlik ne yüzle bakacak yarın Ata’sının yüzüne?!…
Ya “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir.” ve “Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik az. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” sözlerini hiç düşünmeyenlere ve
“Bilelim ki millî benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.”
“Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır.”
“Yurt sevgisi ona hizmetle ölçülür.”
“Ne mutlu Türk’üm diyene.” Sözlerinin altında yatan anlamı hala anlamayan (anlayanları tenzih ederek) bu ülkenin insanlarına ne diyebiliriz?…
Yarın 9’u 5 geçe siren sesleri çalarken lütfen bir daha düşünün. Solgun, sarı sonbaharın mateminde tartın düşüncelerinizi yeniden. “Saygı duymak, sevgi göstermek ve onu anlamak nasıl olmalıdır, biz neler yapıyoruz?” diye lütfen bir daha sorgulayın kendinizi. Yüreğinizi koyun bu vatan ve bu millet için ortaya “Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim” diyen o ruh nereye kayboldu, sorun kendinize ki öyle kuru kuruya bir saygı duruşu olmasın sergilediğiniz.
Bugün, icraatların ve sözlerin, hala Türk Milletinin göğsünde bir bayrak gibi 76 yıl sonra dahi dalgalanıyorsa şayet Ata’m, bu da senin eserin!
Seni anlamak ve anlatmak için başka söze gerek yok.
Ruhun şad olsun.
Saygı, rahmet ve özlemle anıyoruz.