SUÇLU KİM?

Dün gece, bütün dünyada infial uyandıran bir terör olayı ile sarsıldı Fransa. Tıpkı ekim ayında Ankara Garında yaşadıklarımız gibi belki ondan da daha vahim; yüzün üzerinde masum insanın hayatına kast edildi. Nasıl bir maruzatı olabilir ki dün bizde bugün Fransa’da yarın bilmem nerde hayatına kast edilen, edilecek olan bu masum insanların canlarına kıymanın?

Ne yazık ki sözde uygarlaşan dünyamızda, görünüşte uygar davranışlar sergileyen insanlar, aslında birbirlerini yavaş yavaş hatta işte böyle belki de toplu eylemlerle hızla öldürmekte.

Tarihi çok eskiye dayanan şiddet, artık ne yazık ki günden güne artan şiddette hepimizin hayatında… Tanıyoruz onu… Hangi yüzüyle çıkarsa çıksın karşımıza 7’den 70’e hepimiz biliyoruz… Neden, niçin, nasıl yapıldığı önemli değil, siyasal, simgesel, törensel, töresel, kişisel; başkasına yapılmış olması ya da kendimize yönelik olması hiç ilgilendirmiyor beni. Hiçbir ayrıntı; kime neye, neden yapıldığı mazur gösterici hiçbir açıklaması olamaz şiddetin.

Üzerine geçirilen ya da geçirilmeye çalışılan her tür kılıfa rağmen şiddet şiddettir ve kabullenilemez!

Kimi zaman para uğruna kimi zaman töre, geleneksel ritüeller, aşk, hırs, ihtiras… uğruna denilip yumuşatılmaya çalışılsa da şiddet, korkunç bir şeydir, yumuşatılamaz bana göre. Bir de din adı altında saklanılarak yapılanları, insanların nasıl kanıksadığı, akıl mantık alacak gibi değil. Zira kutsal hiçbir din, şiddeti emretmez ve tasvip etmez.

Bazı ritüelleşmiş şiddetler toplumlarca kabullenilmiş, kutsanmış da olsa şiddeti görmezden gelmek yeni şiddet olaylarına davetiye çıkarmaktan öte bir şey değildir. Kabul edilmemelidir, edilmesine de müsaade edilmemelidir…

Westley’in de dediği gibi “Şiddeti kabullenmek, şiddetin artmasına yol açar.” Arlow, profesyonel katillerin bile cinayetleri işlemeden önce, kurbanlarının ölümü hak ettiklerini ve hatta onları öldürmenin doğru ve önemli bir iş olduğu inancını aşılayıp bu inancı kuvvetlendirmek için bir araya geldiklerini öne sürmektedir.  Başka bir deyişle insanlar, planlanmış bir şiddet eylemini haklı göstererek -var olduğunu düşündükleri- vicdanlarını rahatlatmak eğilimindedir.

Terör, şiddetin ölçüsüz olanıdır. Bir tür hastalıktır belki. Terör eylemleri, sağlıklı düşünemeyen insanların, ürettikleri yetersiz nedenlere inanarak, toplumdan radikal ayrımlar göstermek suretiyle silah kullanarak kontrolsüz bir güç sergilemeleridir. Bu insanlar, ne kadar radikal ayrımlar gösterseler de aynı dünyada aynı toplumların parçası olarak yaşıyoruz. Dışlamak istesek de dışlayamıyoruz yaşantılarımızdan. Bu yüzden günün birinde, kendisinden hiç böyle bir eğilim beklemediğimiz bir insan, bir örgütün üyesi olarak çıkabiliyor karşımıza. Peki ama ne yapmak gerek o zaman?

Şiddet karşısında sessiz mi kalmak, kabullenmek mi gerekir, yoksa toplu bir mücadele içinde mi olmak lazımdır? Bu bireysel olarak düşünülebileceği gibi, ülke boyutunda ya da uluslararası boyutta sorgulanması gereken bir konudur. Kapitalist sistemlerin insanları yalnızlaştırdığı dünyada, bireylerin artık birlik ve beraberlik duygusu içinde yaşamayı unuttuğu düşünüldüğünde, yalnızlaşan insanların, kendi dünyalarında başkalarına yer olmadığı gibi başkalarına güvenme, itibar etme duygusu da kaybolmuştur ne yazık ki. O yüzden iyi olanda ve kötüye karşı mücadelede de birleşmeyi başaramayan toplulukların bir parçası olarak yaşamaya sürdürmek insanları, iyi olanda birleştirmediği gibi kötüye karşı da duyarsızlaştırarak “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” mantığıyla hareket etmek zorunda bırakmıştır. Tam da bu noktada boşlukarı dolduran, şiddet yanlısı, hasta ruhlu insanlar, kimi zaman bir bir kimi zaman böyle toplu eylemlerle zarar vermektedirler çevrelerine.

Mutlak doğru nedir, katıksız bir objektiviteyle yaklaşılabilir mi, nesnel mi yaklaşmak gerekir bilemiyorum ama olayları, eylemleri, olguları yorumlarken farklı süzgeçlerden geçirip önce kendimize sonra etrafımıza bakıp bu orantısız eylemlerin ve tüm şiddet eylemlerinin faillerini öyle aramak gerekir.

Şimdi şapkanızı çıkartın ve önünüze koyup düşünün bu tür olaylarda suçlu kim? Sessiz kalanlar mı, taviz verenler mi, teşvik edenler mi, bencilleşenler mi sadece suçu işleyenler mi?!…Yoksa hepsi mi?!…

 

Paylaşın herkes okusun ;

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir