YALNIZLIK
En son ne zaman, bir dostunuzla bir kahve içip, neşeli bir muhabbeti paylaştınız?…
Ne zaman, içten bir kahkaha ile sevincinizi bölüştünüz? …
Ne zaman, bir acınızı erittiniz birbirinizin dostluğunda? …
Bunların birini bile yakın bir zamanda yapabildiyseniz ne mutlu size. Sakın kaybetmeyin o dostunuzu. Hâlâ itimat edip gönül bağladığınız, içinizi döküp dertleşebildiğiniz insanların olması ne kadar güzel… Güvenebilecek, bir ekmeği bölüşüp mutlu olunabilecek insanların nesillerinin tükenmeye yüz tuttuğu bir dönemde, elinizdekinin kıymetini iyi bilin!
Eski dostların, dostlukların yerini tutacak insanları bulmak ne yazık ki çok zorlaştı günümüzde. Yitirdiğimiz tüm dostlar ve dostluklar için kan ağlar oldu yüreğimiz… İnsanları tanıdıkça; kinin, nefretin, riyakârlığın, sahtekârlığın kol gezdiği bir zaman dilimini yaşıyor olmanın üzüntüsüyle, neredeyse artık yalnızlık daha bir güzelleşti gözümüzde.
Yani yalnızlık bir tercih işi oldu sanırım… Çünkü birileriyle bir şeyleri paylaşmayı, bölüşmeyi bıraktığınız saniyede yalnızlıkla imzaladığınız mukavele yürürlüğe girmiştir aslında.
Dün bazı nedenler, kişileri toplumda yalnızlığa mahkûm ederken onların bu hallerine acıyan, üzülen insanlar, bugün artık bu kararı günümüzde bilerek ve isteyerek alır oldu. Zira yalnızlık bir zırh gibi giyilerek, bir kalkan gibi korur oldu insanları tehlikelerden.
Eğer asık yüzü, sert yapılı, negatif enerji yayan biri değilseniz;
Eğer cahil ve bu cahilliğinizin farkında değil de ha bire etrafınızdaki insanlara bilgiçlik taslayıp akıllar vermiyorsanız,
Eğer toplumdaki diğer insanlarla paylaşacak meziyetleriniz, herhangi bir sağlık sorununuz yoksa
Eğer psikosomatik problemleriniz yoksa
Eğer başkalarını beğenmeyip, kendi ruhsal dünyanız içerisinde kaybolup çevrenize hakkıyla olumlu tepki vermesini beceremeyen bir yapınız yoksa
Yalnızlığı, bizzat kendiniz istiyorsunuz demektir.
Peki, ama bir insan neden yalnız kalmayı ister?…
Kafamızı kaldırıp şöyle bir etrafımıza baktığımızda hayatın gitgide ne kadar acımasızlaştığını gördüğümüzden olsa gerek… Hep bir suçlu arıyoruz, sosyal medya, bilgisayar, internet, teknoloji filan… Belki bir nebze etkilidir, kabul ediyorum ama asıl etkenler artık çok daha başka, çok daha fazla bence…
Yanınızdaki arkadaşınıza anlattıklarınızı, arkadaşınızın ciddiye almadığını hissettiğiniz an; güvenip anlattığınız bir sırrı başkalarından duyduğunuz an; sokağa çıktığınızda kör bir kurşunun, gaz fişeğinin hayatınıza mal olabileceğine ya da elini kolunu sallayan bir kişinin gelip sizi taciz edip öldürebileceğine inandığınız an; dün kol kola gezdiğiniz arkadaşınızın bugün düşünceleriniz yüzünden sizi ötekileştirdiği (ya da tam tersi)an; sevginin değil de menfaatin öne geçtiğini hissettiğiniz an; yaşantınızı sürdürebilmek için kullandığınız eşyaların mahiyetinden çok marka, model ve fiyatının iş görürlüğünden daha öne çıktığı an; kıyafetlerinizin size yakışmasa da aldığınız mağazanın adının daha önemli olduğu an… hayat sizi adım adım yalnızlığa itmiştir aslında! …
Bu öyle psikologla, iğne ilaçla düzelebilecek bir rahatsızlık da değildir üstelik. Hayatın, sahip olduklarımızın, kendimizin ve insanın anlamını bilmek gerekir önce.
Bilgili, kültürlü, okuyan, araştıran, insanları seven, inançlı insanlar aslında hiçbir zaman yalnız değillerdir bu hayatta. Sadece bazen öyle görünürler ama onlar yalnızlığın içinde kalabalıktırlar. Ama asıl kötü olan kalabalığın içinde yalnız kalmaktır.
Sadece akademik kariyer, para pul ve zenginlikle her şeyin üstesinden geleceğini düşünenler, er ya da geç bir yalnızlık girdabına düşmeye mahkûmdurlar.
İşte bu yüzden çocuklarımızı yetiştirirken, onların sadece akademik başarılarını esas almayıp, ahlâkî ve manevî değerlere sahip bireyler olarak da yetiştirmeliyiz. Böyle insanların toplumumuzda yeniden çoğalması yalnızlık kadar birçok sorunun da ilacı olacaktır. Böylece yeniden toplum olarak yalnızlaşmadan birlik ve beraberlik içinde fiziken ve ruhen sağlıklı hale gelebiliriz belki.
İşte o zaman kalabalıklar içindeki yalnızlığın acısıyla kederlenmek yerine; yalnızlığın içindeki kalabalığın keyfini çıkarabiliriz…